TARİHİN GÖLGESİNDE SURİYE

Birilerin gelip bir süre kaldıktan sonra gittikleri ve yerlerine bir başkalarının geldiği ve bu olayın binlerce yıldır tekrarlandığı bir Dünyada yaşıyoruz. Bu Dünyanın içinde bulunduğumuz bölgesinde tarihin en eski dönemlerine kadar giden bir yaşamın olduğu hepimizin malumudur. Bu geçmiş hakkında bilgilere ancak kısıtlı kaynaklar aracılığıyla ulaşabiliyoruz. Bu kaynaklar çerçevesinde Türkiye, Suriye, Irak, Filistin, Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde birçok peygamberin, birbirinden farklı sayısız kültürlerin, sosyal ve ekonomik ilişkilerin ve acımasız savaşların yaşandığını biliyoruz.

Son günlerde Türkiye'de, Suriye'de yüzde 20 gibi düşük bir nüfus tabanına sahip Nusayri yönetim tarafından despotça yönetilirken Arap Baharı rüzgarına kapılarak demokrasi talebinde bulunan ancak talepleri reddedilip zulme uğrayan ve bu zulümden kaçarak ülkemize sığınan Suriyelilerle ilgili istenmeyen olaylara şahit oluyoruz. Suriyeli sığınmacıların Türkiye'ye gelişleri, burada bulunuşları, devlet tarafından bunlara verilen destekler gibi pek çok husus kamuoyunca tartışılmaktadır. Kimileri Batılı ülkelerin yaptığı gibi kesinlikle Türkiye'ye alınmamalarından yana tavır koyarken, kimileri mazlum ve mağdur insanlar olarak kapıların açılması ve kendilerine gereken yardımların yapılmasını savunuyor bir diğer kesim ise seçici davranılıp ülkeye katkı sunacak kişilerin kabul edilmesini ileri sürmektedirler.

Ülke gündemini meşgul eden Suriyeliler ve Suriye hakkında yeterli bir bilgi birikimine sahip miyiz? Kanaatimce değiliz. Yazılı ve görsel medya üzerinden bilgileniyoruz. Ve bu bilgi üzerinden kararlar veriyoruz. Aslında ortak tarihi geçmişe bakıp iki ülke toplumunun tarihi birlikteliklerine iyi bakmak lazım.  

Türkiye ve Suriye iki komşu ülke olup tarihte aynı yönetimler altında uzun süre birlikte yaşamışlardır. Bu konu burada bir köşe yazısında bütünüyle anlatılabilmesi mümkün değil. En başta aklıyla Allah'ı bulan ve Nemrutla büyük bir hak mücadelesi veren "Peygamberler Şehri” olarak bilinen eski adı Reha olan Urfa'da bir süre yaşayan sonra eşi Sara validemizle Suriye üzerinden Filistin'e oradan da Mısır'a giden, orada çocuğu olmadığından bir Kıpti kızı olan Hacer validemizle evlenen daha sonra Mekke'ye giden orada Kuran-ı Kerim'de geçen Zemzem, Safa Merve, Kurban hadiselerini yaşayan Hz. İbrahim (A.S.), sonrasında Şam ve Halep'te yaşayan Hz. Zekeriyya ve oğlu Hz. Yahya, Şam'a ineceği rivayet edilen Hz. İsa ve diğer pek çok şahsiyet, her iki ülke için ortak bir kültürel değerdir.

Orta Asya'dan bu coğrafyaya gelen Müslüman Türkler  bu bölgede Selçuklu, Osmanlı ve Memluklu gibi uygarlıkları oluşturmuşlardır. Günümüzde Konya ile Erzurum veya Diyarbakır'la İstanbul'un ilişkisi neyse geçmişte Halep'le Gaziantep'in veya Şam ile İstanbul'un ilişkisi aynıydı. Aynı kültürel kaynaktan beslenen toplumlar birbirleriyle kardeş kültürler oluşturmuşlardı.

En fazla sınıra sahip olduğumuz komşumuz Suriye'nin bir zamanlar Emevi Devleti'nin de başkentliğini yapmış Şam'da, Osmanlı ve Memluklu Dönemlerine ait sayısız eserler mevcuttur. Şam'da öne çıkan eserler şunlardır: 1554'te Kanuni Sultan Süleyman tarafından yapılan Süleymaniye Tekkesi ve yanındaki cami. Bu caminin yan tarafında Sultan Vahdettin'in ve Abdulhamid'in çocuklarının ve diğer Osmanlı hanedanı mensuplarının kabirleri, cennetmekân Abdülhamit tarafından yaptırılan Hicaz Demiryolu, 705 yılında Emevi Halifesi el-Velid b. Abdulmelik tarafından Yohanna (Yahya A.S.) kilisesinin enkazı üzerine inşa edilen Emevi Camii, Caminin bir tarafında Hazreti Hüseyin'in başının sembolize edildiği makam, diğer bir tarafında, Kudüs'ü korumak için Haçlı ordularına karşı duruşu ve kazandığı zaferle İslam dünyasında gönüllerde taht kurmuş Selahaddin Eyyubi'nin kabri, yanında veziri İmaduddin'in dış kısmında ise Türk şehitleri Fethi Bey, Sadık Bey ve Nuri Beylerin kabirleri, Haçlılara karşı büyük mücadele veren Reha (Urfa) Banyas  ve Musul'u fetheden Nurettin Zengi'nin kabri ve onun tarafından yaptırılan "bimaristan/hastane”, Hamidiye Çarşısı, Melce semtindeki Abdulhamid tarafından İstanbul Yıldız'da yaptırmış olduğu "Yıldız Camii” nin maketi, 1574 yılında Osmanlı valisi Sinan Paşa tarafından yaptırılan Sinan Paşa Camii, Osmanlı Devleti'nin Suriye valisi Derviş Paşa tarafından yaptırılan Dervişiyye Camii, 1787 yılında Şam valisi Mithat Paşa tarafından yaptırılan Mithat Paşa Camii ve Çarşısı, 1749 yılında Osmanlı Devleti'nin Suriye valisi Esad Paşa tarafından yaptırılan ve günümüzde müze olarak kullanılan Kasru'l-‘Azm adındaki Es'ad Paşa Sarayı,  "Şeyhi Ekber” diye anılan ünlü mutasavvıf ve âlim Muhyiddin Arabi'nin kabri, Konya'mızın değeri Mevlana'yı temsil eden Şam Mevlevihanesi ve Camii, Şia geleneğinde önemli bir yere sahip Hz. Ali'nin kızı Zeynep'in ve kimi kaynaklarda Peygamberimizin kızı ve 4. Halife Hz. Osman'ın eşi olarak belirtilen Rukiye'nin kabirleri, İslam dininde ilk ezan okumasıyla tanınan Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuş siyahî Bilal Habeşi'nin kabri ile Caferi Tayyar'ın oğlu Abdullah'ın kabirleri.

Suriye'nin ikinci büyük şehri yoğun ticari potansiyelin olduğu ancak ne yazık ki savaşla birlikte nüfusunun büyük bir bölümü Türkiye'ye sığınan Halep'te de pekçok eser bulunmaktadır. Bunların öne çıkanları şunlardır: Süleyman b. Abdulmelik döneminde m. 715-716 tarihlerinde bir katedralin avlu ve haziresi üzerine Cuma Mescidi olarak inşa edilen Ulu Cami (el-Camiu'l-Kebir), Cami içerisinde Hıristiyanlarca Babtist John'un oğlu olarak bilinen Zekeriyya Aleyhisselam'ın kabri,  1925 yılında tarikatların kaldırılmasından sonra Türkiye dışındaki Mevlevihanelerin merkezi olan Halep Mevlevihanesi,  çoğunluğu Nurettin Zengi dönemine ait ez-Zahiriyye Medresesi, el-Kamiliyye Medresesi, es-Sultaniyye Medresesi, eş-Şabaniyye Medresesi, el-Haleviyye Medresesi, el-Husreviyye Medresesi, el-Firdevs Medresesi, Ahmediye Medresesi gibi medreseler, Mimar Sinan'ın ilk eserlerinden olan Hüsrev Paşa ve Behram Paşa Camileri yanında Ahmediyye, Şabaniyye ve Osman Paşa medreseleri, çoğunluğu 15. ve 16. yüzyılda yapılan Osmanlı dönemine ait Suk el-Attarin (Itriyat Çarşısı) , Suk es-Saka çarşıları, Gümrük Hanı, el-Vezir Hanı, es-Sabun Hanı, el-Banadıka Hanı, en-Nahhasin Hanı, el-Attarin Hanı, el-Alebiyye Hanı, el-Harir Hanı, el-Burgul Hanı, eş-Şune Hanı. 14. yüzyıla ait Yelboğa en-Naseri Hamamı.

Esasen bakıldığında "Suriye'de Osmanlı Türk eserleri çıkarıldığında turizme hitap eden bir eser kalmayacak” dersek yanlış söylememiş oluruz. Böylesi bir ülkenin Türkiye'den tamamen ayrı düşünülmesi çok doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Türkiye'nin geleceği konusunda alınacak kararlarda ekonomik ve siyasi menfaatler birlikte değerlendirilmelidir.

 

 


Yazarın Diğer Yazıları