Fedakârlık sırası yüksek gelir gruplarında…
DÜNYA EDEBİYATLARINDA ŞEHİR VE ŞEHİRLİ İNSAN
KAİNATIN AŞKI
Kaybedilen İki Puan
Zahmetten Kaçarak Rahmete Ulaşılabilir mi?
AİLE VE MUALLİMLİK
FEDAKÂR, DAVA ADAMI EĞİTİMCİLERİMİZİN 24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ KUTLUYORUM
İnce Minaremizi İsteriz
İNSANIN KÖLELEŞTİRİLMESİ VE YENİDÜNYA DÜZENİ
KURTULUŞ İSLAM’DADIR…
Üzerimize boca edilen kötü haberler
Bugünlerde araçlarda kış lastiğinin önemi ve zamanı
Beyşehir Gölü’nde Suyun ve Emeğin İzinde
ABD’nin Ortadoğu Haritası
Alfa Romeo Junior
Konyaspor Sezonun En İyi Oyununu Oynadı
ÖCALAN SİLAH BIRAKIN DERSE NE OLUR?
KONYALISIN ETLİEKMEK
1037 yılında Tuğrul Bey tarafından kurulan Selçuklu Devleti, kısa zamanda halkı Müslüman olan coğrafyanın önemli bir kısmının hâkimi oldu. Selçukluların Orta Asya ve Maveraünnehir bölgesinden başlayan bu genişleme zaman içerisinde aralarında Türkiye'nin de bulunduğu Ortadoğu'yu kapsayan geniş bir bölgeye kadar devam etti.
Daha çok Türklerin yaşadığı bu coğrafyanın Arapça ile ilk tanışması Emevîler döneminde buralara sefer düzenleyen Hz. Muaviye zamanında olmuştur. Semerkant kuşatması sırasında şehit düşenler arasında Hz. Muhammed'in amcasının oğlu Kusem b. Abbas da vardır. Onun mezarının da bulunduğu bir kompleks, Şah-ı Zinde adında günümüzde önemli bir ziyaretgahtır.
m.940'ta Abdülkerim Saltuk Buğra Hanı'ın İslam'ı devletin resmi dili olarak kabul etmesi ve Türklerin kitleler halinde İslam'a geçmeleriyle edebi alanda Karahanlılar döneminde ilk Türk-İslam eserleri de ortaya çıkmaya başlamıştır.
Türkler tarafından yönetilen devletin üst kesimi ve ordu kendi arasında Türkçe konuşurken, devlet dairelerinde geçerli dil Farsça, eğitim dili ise Arapça idi. Edebi ürünler daha çok Farsça yazılırken dini ve bilimsel eserler Arapça kaleme alınıyordu. Hukuk dili de Arapça idi.
Selçuklular döneminde, İslam medeniyetinin ortak dili olmasından dolayı başta Nizamülmülk'ün açtığı Nizamiye Medreseleri olmak üzere tüm medreselerde eğitim Arapça verilmiştir.
Klasik Arap edebiyatında Abbasi Dönemi 4 döneme ayrılarak incelenir. Bu dönemlerden dördüncüsü Selçuklular Dönemi (1055-1258) olarak adlandırılır. Bağdat'a gelen Selçuklu edebiyatçı ve ilim insanları burayı Ortaçağ'ın en ünlü ilim ve kültür merkezi haline getirmişlerdir. Farabi ve İbn Sina gibi bilginler, Bağdat'ta kaldıkları gibi İmam-ı Gazali Nizamiye Medresesinde hocalık yapmış, ünlü Türk dilcisi Kaşgarlı Mahmud da Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazdığı Divânu Lugati't-Türk adlı eserini muhtemelen 1077'te Bağdat'ta Halife Muktedi Biemrillah'ın oğlu Ebu'l-Kasım Abdullah'a takdim etmiştir.
Diğer dünya medeniyetleriyle bir karşılaştırma yapmak gerekirse bu tarihlerde henüz Amerika keşfedilmemiş, Avrupa'da günümüzde medeniyetin merkezi olarak görülen Paris hiçbir özelliği olmayan küçük bir köy konumundaydı.
Ünlü Selçuklu sultanı Melikşah'ın veziri Nizamülmülk'ün Arap bilim, kültür ve edebiyatına büyük katkıları olmuştur. Bundan dolayı da Arap edebiyatçıları nezdinde büyük bir itibar elde etmiştir. Ali b. Hasan el-Baherzî, Dumyetu'l-kasr adlı eserinde devrin tanınmış şairlerinin Nizamülmülk için söyledikleri pek çok methiyeyle bunu görmekteyiz.
Türkler tarafından yönetilen bir devletin nasıl oluyor da resmi dili Farsça oluyordu. Bu ilk etapta yadırganabilir. Müslüman olan Türkler, İslam medeniyetinin ortak dili olan Arapçayı eğitim ve bilim dili olarak benimsemişlerdir. Uygulanan örneklerden hareketle dinin dilden daha baskın bir etki bıraktığı söylenebilir. Mesela Uygurlar benimsedikleri Mani dininin etkisiyle Göktürk alfabesinden uzaklaşıp Soğd ve Uygur alfabesini kullanmışlardır. Sekizinci asırda Bizans'tan kaçan Yahudilerden Museviliği öğrenip benimseyen Hazarlar da İbranice kullanmışlardır. 2013'te ziyaret imkanını elde ettiğim Litvanya'nın Trakai şehrinde Karaim (Karay) Türkleri olarak bilinen bu Yahudi Türklerle bizzat görüşüp tanışmıştım.
Arapça bir ifade olan ve Nehir ötesi anlamı taşıyan "Maveraünnehir” tabirinin Araplar tarafından verildiği belirtilmektedir.
Yakın geçmişte ziyaret imkanını bulduğum Semerkant ve Buhara şehirlerinde gördüğüm medreseler, İslam dininin izlerini taşıyan en bariz mekanlar olarak beni büyülemişti. Bu medreselerde yıllarca Arapça ve İslam medeniyeti öğretilmiştir. Hatta bu durum, medreselerde öğrenci dersliklerinin kapı kitabelerine kadar yansımıştır. Binlerce kilometre ötede Mısır'da yaşamış ünlü Hadisçi ve edebiyatçı İbn Hacer el-Askalani'nin Arapça bir şiirini orada kapı kitabesinde görmek beni hayli duygulandırmıştı. Şiir şu şekildedir:
"Ey dünya ile meşgul olan; mutlak aldatır onu uzun emel...
Ya da gaflet üzre kalır, tâ ki yaklaşıncaya dek ecel...
Ölüm gelir bir anda, kabir bir sandık ki içi amel,
Sabret zorluklarına, yoktur ölüm, gelmezse ecel...”
DÜNYA EDEBİYATLARINDA ŞEHİR VE ŞEHİRLİ İNSAN
Ebu’l-Ala el-Ma’arri’nin Risaletu’l-gufran Adlı Eseri
ABDULHAK HAMİD VE MAKBER ADLI ŞİİRİ
MUTLU OLMAK MI YOKSA HUZURLU OLMAK MI?
MEHMET ÂKİF’TE GURBET TEMASI 2
MEHMET ÂKİF’TE GURBET TEMASI 1
VADEDİLMİŞ TOPRAKLAR (ARZ-I MEV’UD)
Cömertlik Timsali Bir Gönül İnsanı
MEVLİDİ NASIL ANLAMALIYIZ
HAK AŞIĞI YUNAKLI MOLLA RAHİM