ŞEB-İ ARÛS YOKSA ŞEB-İ URS MU?

Konya denince Mevlâna, Mevlâna denince Konya akla gelir. Her yıl, içinde bulunduğumuz haftada Şeb-i Arus etkinlikleri yapılmaktadır. Şeb-i Arus veya ilk kullanım şekliyle Şeb-i Urs yani düğün gecesi. Ne güzel bir isimlendirme. Sevgiliye kavuşma gecesi. Yılların hasretinin söneceği gece. Var olan her şeyin yaratıcısına kavuşma anı. Bütün dünyalık keder ve düşüncelerin dindiği, sona erdiği fenadan bekaya yolculuğun başladığı an.

Şeb-i Arûs, Farsça kökenli "şeb/gece” kelimesi ile Arapça kökenli "arûs/gelin” kelimesinden oluşmuş bir terkiptir. Arapça ve Farsça kelimelerden oluşan bu terkip, Türkçenin konuşulduğu bir coğrafyada Türk dili ve kültürüne girmiş güzel bir ifadedir. Aslında bu terkip yarım asır öncesine kadar bu şekilde değildi. Düğün gecesi anlamında "şeb-i urs” şeklindeydi. Daha sonra bu şekle dönüşmüştür. Güncel kullanım itibariyle "gelin gecesi” anlamı esasen verilmek istenen mesaja ters gibi gözükmektedir. Eskilerin güzel bir sözü vardır: "Ğalat-ı meşhur lüğat-ı fasihten evladır.” "Yanlış olan yaygın bir kullanım, doğru bir kullanımdan evladır” sözü belki de bu kullanımı geçerli hale getirebilir.  Bu tür terkipler Osmanlıcada çok sıkça karşılaştığımız durumlardır. Bildiğiniz gibi Osmanlıca, Arapça Farsça ve Türkçe'nin karışımıdır. Yaşadığımız coğrafyada birçok ülkenin dili olan bu üç dil, tarihi süreç içerisinde adeta iç içe girmiş birbirinden ayrılmaz bir bütünün parçası olmuşlardır. Ortak bir kültürel mirasa sahip bu dilin kullanıcıları yıllarca aynı davanın sarsılmaz müdafileri olmuşlardır.  

Mevlâna rabbine kavuşacağı bugünün birkaç gün öncesinde talebelerini topladı ve onlara şu vasiyette bulundu:

Ben size, gizli ve aleni Allah'tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az söylemeyi, günahlardan çekinmeyi, oruç tutmaya ve namaz kılmaya devam etmeyi, daimî şehvetten kaçınmayı, halkın eziyet ve cefasına katlanmayı, avam ve sefihlerle düşüp kalkmaktan uzak bulunmayı, kerem sahibi olan sâlih kimselerle beraber olmanızı vasiyet ederim.  İnsanların hayırlısı, insanlara faydası dokunandır; sözün hayırlısı da az ve öz olandır.

Peygamberimizin vefat edeceği yıl öncesindeki son haccı sırasında okuduğu veda hutbesine baktığımızda Mevlana'nın ondan büyük ölçüde etkilendiğini söyleyebiliriz.

Onun cenaze töreni "birlik olma” günüydü. Bütün dinlerin mensupları bir araya toplanmışlardı. Tören esnasında bir papaz şöyle seslendi: "Mevlâna, ekmeğe benzer. Ekmekten kaçan aç var mıdır?”

Mevlana'nın Konya Müzesi'ndeki sandukası üzerinde şu şiir de onun adeta bir vasiyeti değerindedir:

Ölüm günü tabutum yürüyünce, dünyanın derdiyle dertleniyorum sanma.

Bana ağlama, yazık deme.

Şeytanın tuzağına düşersen, işte o zamandır hayıflanma vakti.

Cenazemi görünce ayrılık deme. Buluşma zamanım o vakittir benim.

Beni toprağa bırakınca elveda deme sakın Mezar cennetler topluluğunun perdesidir.

Gurubu gördün ya, tuluu da seyret. Güneşle aya guruptan ne zarar gelir ki…

Sana gurub görünür ama tuluudur o. Mezar sana hapis görünür

Ama ruhun halasıdır/kurtuluşudur.

Hangi tohum yere düştü de çıkmadı? Neden insan tohumu hakkında

Yanlış bir zanna düşersin?

Rabbim hepimize ölümü bir yok olma veya bitiş olarak değil bir düğün, yaradana / sevgiliye kavuşma anı olarak bilmeyi nasip etsin.

 

 


Yazarın Diğer Yazıları