KIR AĞASI
PAYİTAHTTA BİR ÖMÜR
TRAFİK SİGORTASINA YETKİ BELGESİ ESNAF ÇÖZÜMÜ
Konya’da etliekmek savaşları-2
SURİYE’YE “OSMANLI YÖNETİM MODELİ” LAZIMDIR.
HRİSTİYAN BİR KOMŞUN NAMAZ KILSA NE DERSİN?
Laiklerin gücü nereden geliyor?
Bitcoin altına rakip olabilir mi?
HAK AŞIĞI AHMED-İ KUDDÛSİ
Yeni Bir Yıla
“Ver Korkuyu” Değil; “Ver Coşkuyu”
DOĞAL ŞİFA KAYNAĞI: YEŞİL ÇAY
İNGİLİZLER VE HİNDİSTAN’IN KARANLIK TARİHİ
SULTAN VAHDETTİN’İN MEZARI TÜRKİYE’YE GETİRİLSİN
Oynamak İstemeyenler Varsa İsteyenler Oynasın
ALMANYA’DA TÜRK OLMAK -2-
Futbolun Yazılı Olmayan Kuralı…
SURİYE’NİN BÖLÜNMESİ
Alfa Romeo Junior
KONYALISIN ETLİEKMEK
Onun Mesnevi'de konu edindiği diğer bir mutasavvıf, III. Yüzyıl Mısır sufilerinden Zu'n-Nûn-ı Mısrî'dir. Halife Mütevekkil döneminde Mısırlılar, bu zatı, zındıklıkla suçlamışlar ve onu Mısır'dan sürmüşlerdi. Bir defasında deli oldu diye Mısır'da tımarhaneye konulmuş, dostlarından bazıları ziyaretine gitmiş, Zunnun onlara: "Kimsiniz?” diye sormuş, onlar da "Senin dostlarınız” demeleri üzerine taş atmaya başlamış, gelenlerin kaçıştıklarını görünce kahkaha ile gülmüş; "Vay gidi dostlar vay! Dost, dostun cefasından kaçar mı? Dost altın misali, cefa ateş gibidir ki halis altının ateşte tasfiye edilmesi lazımdır.” demişti. Mevlâna, eserinde bu zatın cezbesini anlatır, halkın tahammül edemediğini ve kendisine deli dediğini hikâye eder ve kendi haliyle bu zatın halini kıyaslar.
Böylesi delilik, Zu'n-Nûn-ı Mısrî'nin de başına geldi.
Ondan, yeniden-yeniye coşkunluklar meydana gelmedeydi, yeniden yeniye delirip gidiyordu.
Öylesine coşuyordu ki bu coşkunluk, göğün bile yüceliğini aşıyordu; ciğerler, o coşkunlukta tuzlanıyordu.
A çorak toprak, kendine gel; kendi coşkunluğunu, tertemiz kişilerin coşkunluğunun yanı başına koyma.
Halk, onun coşkunluğuna dayanamıyordu; ateşi, halkın sakalını tutuşturuyordu.
Avamın (halkın) sakalına ateş düşünce onu tuttular, bağlayıp zindana attılar.
Mevlâna tasavvufa yöneldiği dönemde kendisini etkileyen önemli şahsiyetlerden biri olan Zu'n-Nûn-ı Mısrî'yi bir başka yerde referans olarak alır.
Gönle vuran güzellik göze de görünseydi her elini, yüzünü yumuyan kirli kişi Şeyh Zûn-Nûn kesilirdi.
Ey bakınıp duran tacir, ne vakte dek bakıp kalacaksın? Sevgiliyi elde etmek ucuz olsaydı bu bakışla sevgili meydana çıkardı elbet.
Yeni bir konuk geldi amma şu nimetler bütün dünyaya yeter, hatta dünyadakiler daha fazla olsaydı nimetler de daha fazla gelirdi.
Mevlâna, Mesnevi'de kimi zaman grup veya topluluklara yer vermiştir. Bunlardan biri de "İhvânu's-Safâ ve Hullânu'l-Vefâ” yani "tertemiz kardeşler ve vefâ dostları” adındaki gruptur. "İhvânu's-Safâ” hicri II. Yüzyılda kurulan ve III. Yüzyılda Basra'yı merkez edinen Yunan felsefesini İslâm'a tatbik eden ve İsmâilî inancını benimseyen ve kimliklerini gizleyen bir topluluktur. Bu topluluğun kaleme aldığı elli iki risaleye de "Resailu İhvâni's-Safâ” denmiştir. Bu risaleler, yıldız bilgisine, matematiğe, metafiziğe, felsefeye, mantıka, ilahiyata tasavvufa aittir. Bu bakımdan, devrine ait bilimsel bir ansiklopedi mahiyetindedir. Bu risalelere göre kâinat, Tanrı'dan; güneşin ışığın güneşten zuhuru gibi zahir olmuştur. Mutlak varlık olan Tanrı'dan akıl, ondan nefis, yani aktif ve pasif kabiliyet, nefisten madde, ondan tabiat, tabiattan cisim, cisimden dokuz gök, onlardan dört unsur; göklerle unsurlardan cansızlar, nebatlar ve canlılar meydana gelmiştir. Böylece bu sistemi yazılı olarak önce bu risalelerde görmekteyiz. İhvânu's-safâ'nın siyasi etkisini bütün açıklığıyla bilmiyorsak da İslam düşüncesindeki tesiri çok büyük olmuştur. Bunlar, Hint-İran ve Yunan felsefesini İslam'a tatbik eden "hukemâ” felsefesini meydana getirmişlerdir ki aşırı vahdetçi tasavvuf ehlinin inançları da bunlarla yoğrulmuştur.
Mevlâna, düşüncelerini desteklediği bu gruba Mesnevî'de olduğu gibi Divân-ı Kebir ve Mektuplar adlı eserlerinde de yer verir:
Dışarıda yoldaşlarım var, gönlümde iş erleri. Evde bir bölük dilber hepsi de tertemiz kardeşler (İhvân-ı Safâ) sofasında.
Ey bahçenin, yeşilliğin aydınlığı, ey selvinin, yaseminin sâkisi, seni andım da ağzım tatlılandı.
Mektuplar'da ise şöyle anmaktadır:
Ayrılık vehminin, ayrılık hayâlinin gelemeyeceği, usanç korkusunun, kötülük zararının uğrayamayacağı, huy aykırılığının bozamayacağı, ayrılık kargasının ötemeyeceği, zamane düzeninin yol bulamayacağı bir kavuşup buluşmayı arzuluyorum. O İhvân-ı Safâ'nın, o vefâlı arkadaşlar meclisinin toplandığı sarayın perdesine, ölümsüzlük, ebedîlik yazısıyla, bu, öylesine bir kavuşup buluşma ki artık bundan böyle ayrılık yok; "Bu öylesine bir yaşayış ki ardında ölüm yok; ölüm öylesine boğazlandı ki artık dirilemez yazısı yazılsın. O güzel huylu, o temiz yaradılışlı zâtla böyle bir kavuşup buluşmayı, Tanrı kolaylaştırsın, Tanrı hazırlasın inşaallâhu teâlâ.
HAK AŞIĞI AHMED-İ KUDDÛSİ
ÖZGÜRLÜĞE SELAM SURİYE
ŞEB-İ ARÛS YOKSA ŞEB-İ URS MU?
DÜNYA EDEBİYATLARINDA KÖY VE KÖYLÜ İNSAN
DÜNYA EDEBİYATLARINDA ŞEHİR VE ŞEHİRLİ İNSAN
Ebu’l-Ala el-Ma’arri’nin Risaletu’l-gufran Adlı Eseri
ABDULHAK HAMİD VE MAKBER ADLI ŞİİRİ
MUTLU OLMAK MI YOKSA HUZURLU OLMAK MI?
MEHMET ÂKİF’TE GURBET TEMASI 2
MEHMET ÂKİF’TE GURBET TEMASI 1