Fedakârlık sırası yüksek gelir gruplarında…
DÜNYA EDEBİYATLARINDA ŞEHİR VE ŞEHİRLİ İNSAN
KAİNATIN AŞKI
Kaybedilen İki Puan
Zahmetten Kaçarak Rahmete Ulaşılabilir mi?
AİLE VE MUALLİMLİK
FEDAKÂR, DAVA ADAMI EĞİTİMCİLERİMİZİN 24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ KUTLUYORUM
İnce Minaremizi İsteriz
İNSANIN KÖLELEŞTİRİLMESİ VE YENİDÜNYA DÜZENİ
KURTULUŞ İSLAM’DADIR…
Üzerimize boca edilen kötü haberler
Bugünlerde araçlarda kış lastiğinin önemi ve zamanı
Beyşehir Gölü’nde Suyun ve Emeğin İzinde
ABD’nin Ortadoğu Haritası
Alfa Romeo Junior
Konyaspor Sezonun En İyi Oyununu Oynadı
ÖCALAN SİLAH BIRAKIN DERSE NE OLUR?
KONYALISIN ETLİEKMEK
Mevlâna, eserlerinde ilgisini çeken ve işlediği konuya uygun gelecek başka edip ve yazarlardan iktibaslar yapmaktan çekinmemiştir. Meselâ Fîhi Mâfih adlı eserde, "İnsan Tanrı Usturlabıdır.” başlıklı sohbet yazısında, Mütenebbî'nin kadınların ipekli elbiseler giymesinin süslenmek için değil güzelliklerini korumak için giydiklerine dair sözü üzerinden hikmet sahibi insanların bu üstünlüğe sahip olmalarına karşın bunu gizlediklerini ifade eder:
Aziz ve Celîl olan Tanrı'nın hikmet, marifet ve kerâmet elbiseleri giydirdiği kulları vardır. Her ne kadar halkın bunları görebilecek görüşleri yoksa da, Tanrı onları pek çok kıskandığından, onlar da kendilerini tıpkı Mutenebbî'nin "Kadınlar ipekli elbiseleri süslenmek için değil, güzelliklerini korumak için giydiler.” dediği gibi, (hikmet, marifet ve kerâmet elbiseleriyle) örterler.
"Bir Tavsiye Mektubu” başlıklı mektubunda, söz arasında el-Mütenebbî'nin "Rüzgârlar gemilerin istemediği yandan esiyor.” adlı mısrasını kullanır.
Mevlâna, zaman zaman meramını ifade ederken ritmik bir yapı oluşturarak "Ebû Alî” olarak andığı İbn-i Sinâ ve "Ebu'l-Alâ” olarak andığı Ebu'l-ʻAlâ el-Maʻarrî'yi birlikte kullanır.
Dün gece rüyada bir pîr gördüm, aşk köyündeydi; eliyle bana, yanımıza gel diye işaret etti.
Dedi ki: Yolda ejderha varsa sen de zümrüt gibi bir aşk var; yürü, bu zümrüdün şimşek gibi parıltısıyla ejderhayı kov.”
Yeter artık, kendimde değilim ben; hünerini arttırmak istiyorsan, var, Ebû Alî'nin tarihinden bahset, Ebû'l-‘Alâ'nın öğütlerini söyle.
Divan-ı Kebîr adlı eserinde ise Mevlânâ'yı öğretici olmaktan çok duyguları anlaşılır kılıp aktaran olarak görmekteyiz. İnsanı temelden kavrayıcı ve değiştiricidir. Mevlâna'nın Şems'le buluşmasından sonra bir dönüşümün ifadesi olan şu mısralarda onun bilim ve aklı öne çıkaran bu iki ünlü şahsiyetten vazgeçtiğini görmekteyiz.
Akıl, yokluğa ayak basmadır, orda ancak diken var; aşksa o dikenler, orda değil, sende, senin içinde der.
Kendine gel, sus da varlık dikenini çıkar ayağından; çıkar da içindeki gül bahçelerini gör, onları seyre dal.
Haydin, gelin; komşulara bir devlettir, komşu oldu; artık bundan böyle Ebû Alî de, Ebu'l-Alâ da kaldı gitti; onlarla işimiz kalmadı.
Mevlâna'nın tasavvufa dönüşünün kavşağında künyelerini bir şiirsel üslûpla dile getirdiği bu iki şahsiyetten âdeta biri bilimi diğeri aklı temsil etmektedir. Mevlâna'ya göre bilim ve akılla ulaşılabilecek yer sınırlıdır. Evrende mevcut bilgilerin tamamına ulaşabilmek mümkün değildir. Oysa aşk olarak ifade ettiği tasavvuf, evrendeki bütün bilgilerin yaratıcısına teslimiyetle vücudun sükûna ereceği, "fena fillâh” kavramında ifadesini bulan bir yok oluştur.
Mevlâna "Dilekleri veren efendiyi, bir iş için çağrılınca bin kişi gelip erişen Muhtesibi gördüm” beytinde daha çok şarap ve gazel üzerine şiirleriyle ünlenmiş Abbasi döneminin güçlü şairlerinden Ebû Nuvâs'ın Fadl b. Rebîʻa'ya yazdığı kasidesindeki "Bütün âlem bir kişide toplansa bu işi Allah yapmaz denemezki” sözünden esinlenmiştir. Yine başka bir yerde "Bana şarap sun, hem de sunduğum şaraptır de; apaçık sunmaya imkân varken gizlice şarap sunma bana” mealindeki beytin ilk mısraı Ebû Nuvas'a aittir.
Mevlâna Celaleddin er-Rûmî, özellikle Şems-i Tebrizi ile tanışmasından ve tasavvufa yönelmesinden sonra Veysel Karani, Cüneyd-i Bağdadi ve Beyazıt-ı Bestami gibi ünlü mutasavvıflara ilgi duymuş ve onları örnek almıştır.
Bayezid-i Bestâmî, 3.Hicri asırda yaşamıştır. "Kürkünüzden bir parça verseniz de teberrüken üstümde taşısam” diyen birine: "Oğlum; sen adam olmazsan Bayezid'in kürkünü değil, derisini yüzüp de içerisine girsen fayda etmez” sözüyle meşhurdur. Mevlâna, Mesnevisinde "Büyük bir zatın Bayezid-i Bestami'ye "Ka'be benim, etrafımda tavaf et demesi” başlığında onun hacca gidişini, Kabe'de karşılaştığı bir kişinin kendisine söylediği bu söz üzerinden kendi mesajını verir.
Beyazit-ı Bestami'in "cübbemin içinde ancak Tanrı var; yeryüzünde, gökyüzünde ne arıyorsun” ifadesini kullanır. Sûfilerin bilinen din kuralları sınırlarını aşan sözlerinden biri olan ifadede Beyazıt-ı Bestami "cübbemin”, yani vücudumun içinde Allah'tan başka bir şey yok, dileğim ancak O'dur şeklinde de yorumlanır. Seba melikesi Belkıs'ı, bir padişahken av esnasında kendisine "Ey İbrahim, seni bu iş için yaratmadılar” diye bir ses işitince saltanatı bırakıp tasavvuf yoluna giren İbrahim Edhem gibi davranıp tahtını bırakmaya çağırır.
Şair, eserinde sonraları çok tartışılan "Enel-Hak – Ben Tanrı'yım” sözüyle meşhur tasavvuf edebiyatının önemli isimlerinden Hallac-ı Mansûr'un bazı sözlerine de yer vermiştir. Mesela Mevlana'nın şu sözünde geçen "A güvendiğim kişiler, öldürün beni” sözü Arapça olup Hallac'ı Mansur'a aittir.
"İnsan, mat oldukça kazandığını gördün mü,
"Öldürün beni a inandığım, güvendiğim kişilerim” der.
Yine kimi dizelerinde kullandığı "Hayatım ölümümdendir.” sözü de Hallac'a aittir.
"Gayp âleminden ölüm dileniyor; hayatım ölümümdedir.” diyordu.
Ölümü, hayat gibi kabullenmiş, canının helak olmasına gönül vermişti.
Bu söz Mevlanâ'nın ilgisini çok çekmiştir. Onun bir gazelinden alıntı olan bu sözü Mesnevi'nin 1. Defterinin 3934. beytinde yine kullanmıştır.
Ölümden sonra böyle kazancımız olduğuna göre,
"Katlimde hayat var” sözü doğrudur.
Bir diğer yerde "fenâ fillah” Allahın gücü kuvveti karşısında kendisini yok sayan anlayışla Hallac-ı Mansur'u şöyle anar:
Hak yolunda, ten pamuğundan, can esvabını ayıran o efendi Mansur idi. Aslında, Mansur "Ben Hakk'ım.” demedi. Bu sözü Hakk dedi. Mansur nerede? Bu söz nerede? Bu sözü söyleyen Hakk idi, Hakk idi.
Fîhi Mâ Fîh adlı eserinde esasen klasik Arap edebiyatının konusu olan ancak Türk ve Fars edebiyatlarında da çokça yer bulan Leyla ile Mecnun'un aşkını anlatırken kendi durumunu Mecnun üzerinden dillendirir. Mecnûn'un Leyla'yı kendisinden ayrı görmediğini söyler. Ardından Hallâc-ı Mansûr'a ait bir söze yer verir:
Hayalin gözümde, adın ağzımda;
Ümitsiz gönlümde; nereye mektup yazayım?
DÜNYA EDEBİYATLARINDA ŞEHİR VE ŞEHİRLİ İNSAN
Ebu’l-Ala el-Ma’arri’nin Risaletu’l-gufran Adlı Eseri
ABDULHAK HAMİD VE MAKBER ADLI ŞİİRİ
MUTLU OLMAK MI YOKSA HUZURLU OLMAK MI?
MEHMET ÂKİF’TE GURBET TEMASI 2
MEHMET ÂKİF’TE GURBET TEMASI 1
VADEDİLMİŞ TOPRAKLAR (ARZ-I MEV’UD)
Cömertlik Timsali Bir Gönül İnsanı
MEVLİDİ NASIL ANLAMALIYIZ
HAK AŞIĞI YUNAKLI MOLLA RAHİM