EDEBİYATIMIZDA ARUZ VEZNİ

Türklerin Müslüman olmadan önce kendilerine özgü hece veznine dayanan bir nazım sistemleri vardı. İslam'la tanışmalarından sonra Aruz veznini kullanmaya başladılar. Daha çok şiirde uzun-kısa veya kapalı-açık şeklinde hecelerin düzenlendiği bir ahenk sistemi veya nazım ölçüsü olan bu vezin sistemi, ilk defa İslam öncesi Cahiliye Döneminde kullanıldığı belirtilmektedir. Çölde deve üzerinde uzun yolculuklar yapan Araplar, deve üstündeyken söyledikleri türküleri (hıda/ deveci türküsü) devenin yavaş ve hızlı gitmesine uygun olarak seslendirmekteydiler. Adımlara paralel oluşturulan bu ahenk aruzun doğmasına vesile olmuştur. Daha sonraki yıllarda hicri ikinci asırda Halil b. Ahmed el-Ferahidi tarafından bu söylenegelen şiirler üzerinden Aruz vezinleri oluşturulmuştur. Burada takip edilen yol, ilk insandan itibaren konuşulan dilin kurallarının sonradan ortaya konulması gibidir.  Aruz, klasik anlamda 16 bahirden (ölçü) oluşmaktadır. Cahiliye devri şiirlerinde aruzun en çok kullanılmış bahirleri tavîl, vâfir, kâmil, basît, mütekârib, munsarıh, medîd ve recezdir. Her bir bahir kendi içinde tef'ilelerden oluşmaktadır. Ayrıca her birinin kullanım alanı birbirinden farklıdır. Örneğin; Remel, sevinç ve kederi anlatırken; Serî, at koşmasını anlatır. Bir şekliyle şarkı makamlarına benzemektedir. Hüzzam, hüznü; nihavend, kuvvet ve barışı; uşşak, aşkı; hicaz, tevazuyu hissettirir. Aruzun günümüzde şiirden çok Türk musikisinde hala varlığını devam ettirdiğini söyleyebiliriz. Bunun sebebi ise aruzla yazılmış şiirlerde kullanılan uzun sesli kelimelerin insan ruhunu daha çok etkilemiş olması olabilir.

Edebiyatımızda bu tarzda yazılmış ilk eser Yusuf Has Hacib tarafından kaleme alınan Kutadgu Bilig adlı eserdir. Burada "fe'ûlün fe'ûlun fe'ûlun fe'ul” kalıbı kullanılmıştır. Ancak en yaygın kullanımı Divan şiirinde olmuştur. Fuzûlî, Bâkî, Nef'î, Nâbî ve Nedîm gibi divan şairleri aruzu kullanırlarken halk şairleri de hece ölçüsünü sürdürmekteydiler. Bu dönemde kullanılan aruz, Arapça ve Farsça kelimeler ağırlıklı ifade edildiği için tam anlamında bir Türk aruzu olamamıştır. Ancak 19. ve 20. yüzyıllarda Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Mehmed Akif Ersoy, Yahya Kemal gibi şairlerin elinde bir Türk aruzu durumuna gelmiştir. 1911 yılında başlayan Millî Edebiyat akımıyla ve özellikle Ziya Gökalp'ın "Aruz sizin olsun, hece bizimdir.” söyleyişiyle aruzdan kopan şairler, bütünüyle hece veznine sarılmışlar. 

Esasen aruz sisteminin Arapça ve Farsça diline uygun olması, Türkçede uzun sesli kelimelerin bulunmayışı şairlerimizin zorlanmalarına sebep olmuştur. Bu problemler ilk zamanlarda hece ölçüsüne en yakın olan kalıpların seçilmesi ve Türkçe kelimelerin kısa heceleri uzun okunmasıyla aşılmaya çalışılmıştır. Zamanla bu da yeterli olmamış; şairler, Arapça ve Farsça kelimeleri sık sık kullanmaya başlamışlardır. Bu durum, Türk dilinin kelime hazinesinin giderek yabancı kelimelerle dolmasına yol açmıştır. Bu kimilerine göre dile zenginlik ve letafet getirmiş; kimilerine göre ise dili aslından uzaklaştırmıştır. Şahsen ben birinci görüşte olup bu şiirlerden büyük zevk almaktayım.

Türk edebiyatında aruz vezniyle yazılmış Akif'in İstiklal Marşı, Yahya Kemal'in Sessiz Gemi, Ahmet Haşim'in Merdiven, Abdulhak Hamit Tarhan'ın Makber şiiri gibi pek çok şaheser vardır. İstiklal Marşının yazıldığı "failatun, failatun,  failatun, failun” kalıbı Türk şiirinde en çok kullanılan kalıp olmuştur. Günümüzde ne yazık ki yavaş yavaş unutulmaya yüz tüten bu sistem bu kalıpla bilinmektedir.

Sık sık öğrencilerime sınıflarda okuduğum Türkçe, Arapça ve Farsça'yı iyi derecede bilen ve bu üç dilde şiirler kaleme alan ve ne yazık ki yeri doldurulamayan bir değerimiz olan Fuzuli'ye ait aruz vezniyle yazılmış şu beyitle yazımızı noktalayalım:

Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayri (Bana gönlümdeki ateşten başka kimse yanmaz; saba (bahar) rüzgarından başka kapımı kimse açmaz.

 


Yazarın Diğer Yazıları