ABDULHAK HAMİD VE MAKBER ADLI ŞİİRİ

Üniversitede bir lisans dersi olarak verdiğim Arap edebiyatı dersinde el-Hansa'nın kardeşi Sahr'ın ölümü üzerine, Ebu'l-Beka er-Rundi'nin Endülüs üzerine söylediği mersiyelere değinirken Türk şiirinden bu konuda en güzel örneği kaleme alan Abdülhak Hamid'in Makber adlı şiirinden de bahsediyorum. Bu yazımda Türk şiirinde "ölüm şairi” olarak anılan Abdülhak Hamid ve Makber adlı şiiriyle ilgili düşüncelerimi paylaşacağım.

Etnik unsuru veya ülke mensubiyeti ne olursa olsun dünyanın her tarafından insan aynıdır. Sevinciyle, öfkesiyle, sükûnetiyle, yasıyla, matemiyle aynıdır. Belki doğulu insan ile batılı insan arasında bir karşılaştırma yapmak gerekirse, doğulu insan daha duygu yüklü, his dünyası daha zengin, batılı insan ise daha prensipli ve kuralcı, daha donuk ve soğuktur.

Tanzimat'tan sonraki yenileşme döneminde yaşamış Abdülhak Hamid, Yahya Kemal gibi yurtdışında diplomatik görevlerde bulunmuştur. Bu görevlerinin birinde birlikte gittikleri Hindistan'da eşi Fatma Hanım rahatsızlanır. Vereme yakalanmıştır. Ülkeye dönmek zorunda kalır. Gemi ile dönüş yolunda hastalığı ilerleyince Beyrut'ta inmek zorunda kalırlar. Beyrut valisi olan ağabeyi Abdülhak Nasuhi'ye giderler. Ancak durum bir şey yapılabilecek noktada değildir. Eşi burada vefat eder ve buraya defnedilir. Şair, Beyrut'tan ayrılmaz. Henüz yeni vefat etmiş eşinin ayrılığı üzerine bir şiir kaleme alır. Şiirin adı kabir anlamında Makber'dir.  Makber, iki ana tema üzerine kurulmuştur. Biri Hâmid'in Fatma Hanım için anlattıkları, diğeri ölüm etrafında gelişen duygu ve düşünceleridir. Fatma Hanım'la ilgili kısımda, onun sevdiği şeyleri, birlikte yaptıkları gezileri, çocuklarından bahseder.

Şair, yaşadığımız sürece her insanın mutlaka karşı karşıya kalacağı bir gerçek olan ölümün soğuk yüzünü dizelere taşır. Aslında daha önce de şiirlerinde ölüm temasını işlemiştir. Ancak bu sefer bizzat kendisi bu acı gerçekle karşı karşıyadır. Çok sevdiği hayat arkadaşının bu ani ölümü onu çok sarsmıştır. Beklemediği bir acı tabloyla karşı karşıyadır.

Türk şiirinde onu "ölüm şairi” olarak tanıtacak bu şiirde, şair ölüm gerçeğini bütün yönleriyle dile getirir. Kimi zaman "Yâ bir kulu sevmiyor musun sen / Yâ böyle ölüm değil mi erken”; "Mir'âtı mıyım celâlinin ben / Yâ aksi miyim cemâlinin ben ... Noksânı mıyım kemâlinin ben”; "Bildik seni muktezâ-yı hilkat / Yâ rab bu mudur safâ-yı hilkat” "Lâkin o zaman dönüp derim ben / Dünyâyı ben istedim mi senden.” gibi sorular sorarak sitemini ifade eder. Ancak mensup olduğu İslam dininin bu konudaki yaklaşımına teslim olur ve ölümün her insan için mukadder bir şey olduğunu düşünür. "Bedbaht o hakîkat anlaşılmaz / Şânın bu cihanda lâyıkın bu”; "Ne akl bilir onu ne vicdan / Tahdîd çıkar ne dense noksan / Biz hükmedelim ne zu'mdur bu / Hiç mahkemeye gelir mi Yezdan.”

Şair, bu ölümün karşısında bir şey yapamayıp çaresiz kalışının halet-i ruhiyesiyle yüce yaratıcıya sığınır. "Sen Hâlıkımızsın ettik îman / Bir sende bulur bu ye's pâyan / Sen varken olur mu âhiret yok / Yok şüphe ki sende mağfiret çok”; "Eb‘âd-ı semâ-yı neylerim ben / Olmazsam eğer sana mukarreb.” Buna benzer dua, münâcât ve teslimiyet ifadeleri eserde otuza yakın kıtada yer almıştır. Şiirin "Allah'a yakınsın ey Muhammed” mısraıyla başlayan sonlarına yakın kıtalar ise bir na‘t /Allah'a yakarış izlenimi verir.

Hamid'in bu şiiri Türk müziğine de ilham kaynağı olmuştur. "Her yer karanlık Pür nur o mevki. Mağrip mi yoksa makber mi Yarab.” diye başlayan sözleri Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses gibi sanatçılar tarafından dillendirilmiştir.

Şairin eşinin cenazesinde tanıştığı bir kadınla evlendiği hususu doğru değil. Böylesine eşine bağlı ve ona duygu yüklü bir mersiye kaleme alan bir kişinin bunu yapması düşünülemez. Nitekim şair eşinin ölümünden beş yıl sonra Nelly Clower adlı bir İngiliz kadınla evlilik yapmıştır.

Daha sonraki yıllarda vefat eden annesinin ölümü üzerine de "Validem” adlı bir mersiye kalem almıştır. Ancak bu mersiye Makber kadar şöhret bulamamıştır.


Yazarın Diğer Yazıları