Her zaman söylerim, her yazımda dile getiririm; insanlarla diyaloga girmek, onların ruh dünyalarını keşfetmek lazım.
Köyceğiz Akyaka’da akşam yemeğini Konyalı bir hemşehrimizin mekanında yemek için yazarlar olarak hareket ettik. Yemek vaktine kadar geniş bir zaman dilimi vardı. Yazar Lütfi Ayhan ile birlikte Akyaka’yı boydan boya gezmeye, güzellikleri müşahede etmeye çalıştık. Sahil boyuna doğru gezinti yaparken bir tekne dikkatimizi çekti; önce teknedeki insana gülümsedik, o da karşılık verdi! Teknede yatak, yorgan, battaniye, çay ve yemek takımları mevcut. Adeta bir ev ve çalışma mekanı gibi. Selam verdik; çay ikram etmek istedi. Biz, sıkıntıya girmesin, eziyet olmasın diye çay içemeyeceğimizi belirttik. Tekneye geçtik, muhabbet muhabbeti açtı. Aslen Trabzonluymuş, tek başına teknede yaşıyor, balıkçılıkla geçiniyormuş. Biz sorduk o da cevaplamaya çalıştı. Ama sorularımızı sorgular gibi değil, bir şeyler öğrenmek, merakımızı gidermek için soruyorduk.
Gözleri prılı pırıl, zeki birine benziyor! Felsefesi iyi. Biz sordukça; “beni imtihan mı ediyorsunuz?” demez mi? Dünya görüşü, anlayışı, fikri bizimkine benzemiyor! Ama olsun, önemli olan, aynı düşüncedeki insanlardan ziyade, değişik düşüncedeki insanlarla da diyaloga girebilmek. İnsan kazanmanın, gönle girmenin yolu; konuşmak, fikirlere tahammül, iyi bir diyalog kurmaktan geçer. Eğer fikirler aynı, düşünceler tek düze olsaydı toplumun anlamı olur muydu? Şahsen bendeniz bu vatandaşla sohbetten haz aldım!
Yazacak çok şeyimiz var geleneksel başlığı altında yapılan kültür gezisinde bu yörelerde bulunan; ulu kişiler, ermişler, kanaat önderleri de mutlaka vardır anlayışıyla programa “Şahidi Dede ve camii” ziyaretini de almışlar. İyi ki de almışlar!
Muğla Mevlevihanesine ve “Muğla” adına ün kazandıran Şâhidî, H. 873/ M. 1468 yılında doğmuştur. İlk tahsilini babasından alan Şâhidî'nin adı İbrahim'dir. Edebiyat tarihlerinde, “Muğlalı Şâhidî” veya “İbrahim Şâhidî” olarak zikredilen Şâhidî, Tuhfe-i Şâhidî adlı eserinde,
Gedâyem Şâhidî-i Mevlevîyem
Diyâr-ı Menteşe'de Muğlevîyem
diyerek memleketi hakkında en açık bilgiyi verir.
Şâhidî, Babasının Hüdayî olduğunu, Divan'ındaki,
Şâhidiyem Mevlevî-i ârifem gelsün bana
İsteyen sırr-ı Hudâyı ben Hüdâyî-zâdeyem
beytinde de açıkça ifâde eder.
On sekiz yaşına kadar Muğla'da kaldıktan sonra, İstanbul Fatih Medresesi ve Bursa Yıldırım Han Medresesi'nde ilim tahsil etmiştir. Bursa'da kaldığı bu yıllarda tasavvufa yönelmiş, daha sonra yine Muğla'ya dönerek devrin ünlü alimlerinden birisi olan Şeyh Bedrettin'den tefsir ilmini öğrenmiştir. Denizli'ye giderek mevlevi şeyhi Fani Dede (ö. 1504)'ye bağlanmış, burada Mevlana soyundan Paşa Çelebi'ye mürit olmuştur. Buradan Afyon'a giderek Sultan Divânî'nin (ö. 1530) sohbetlerine katılmış, bu sırada tasavvufi açıdan kendisini geliştirmiştir. Sultan Divânî'nin ölümü üzerine yine Muğla'ya dönerek Seyyid Kemalleddin'in kurmuş olduğu Muğla Mevlevihanesi'nde 40 yıl şeyhlik yapmıştır.
Ölümü
Şâhidî İbrahim Dede'nin ölüm yeri ile ilgili iki görüş vardır. İlki Muğla'da öldüğüyle ilgilidir ki mezarı zaten Şahidi Camii'nin haziresindeki bir türbede babası Hüdai Dede ile yan yana bulunmaktadır.
Diğer görüşe göre, Şahidi her yıl Afyon'a giderek şeyhi Sultan Divânî'nin mezarını ziyaret etmeye başlamış, bu ziyaretlerden biridinde 1550 yılında burada vefat etmiş ve şeyhinin yanına gömülmüştür. Şahidi'nin Afyon'daki mezarı Sultan Divani'nin ön tarafında ve Abapuş-ı Veli'nin sırasında İlyas Çelebi'nin sağ tarafında idi. Buna göre Şahidi'nin mezarı ya sonradan Muğla'ya getirilmiş veya Muğla'daki mezarı ona hürmeten yapılmıştır. Yine Semâhâne-i Edeb kitabında şairin Muğla'da yaşayıp Afyon'da öldüğü belirtilir.