Şanlıurfa/ Suruç’taki canlı bomba eyleminde birçok vatandaşımız hayatını kaybetti, bir o kadar da yaralandı! Türkiye’mizin çeşitli yerlerinde terör eylemleri, adeta bu anı kollar gibi bir anda hortladı!
Gelen haberlere göre Suruç’taki eylemde canlı bombanın kadın mı erkek mi olduğu, İşid elemanı mı, Daeş militanı mı, Dhkpc veya Pkk’lı mı… hususu üzerinde konuşuluyor. Kim, nereli, hangi gruptan, hangi ırktan, hangi ülkeden, hangi düşünceden, hangi inançtan olursa olsun fark etmez! Terörün; dini, inancı, mezhebi, ırkı, memleketi, milliyeti, cinsiyeti ve rengi olmaz. Bir yerde terör varsa, oradaki bütün insanların el ele, omuz omuza vererek, safları sık ve düzgün tutarak bu beladan kurtulma zorunluluğu vardır.
Terör olduğu zaman, hükümetleri suçlamak, yükü yalnızca hükümete atmak, bir kısım siyasi partileri yaftalamak doğru bir yaklaşım değildir. Bu mesele, siyaset üstü, milli bir meseledir. Milli meselelerde; siyaset, yerini milli mutabakata bırakır. Olaylara geniş pencereden bakmak, dar kalıplar içinde kalarak, hamaset yaparak sorunlar çözülmez.
Terörün zamanlaması dikkat çekici. Bir tarafta dışgüçler, bir tarafta içimizdeki odaklar, Türkiye’yi zayıflatmak, ayağına pranga vurmak, ilerlemesini engellemek, kalkınan ülke olmasını istememek…yolunda çaba harcıyorlar! Meseleyi sadece; “ben bu adamı istemiyorum, bundan nefret ediyorum, Türkiye’yi bunlar yönetmemeli…” bazına indirgememek lazım.
Şu soruları sormak hakkımızdır diye düşünüyorum;
1. Nasıl bir Türkiye istiyoruz? Tarihe baktığımız zaman hangi liderler, ülke kalkınmasında cansiperane çalışma sergilediler? Ülkeye çağ atlatan hangi reformları yaptılar?
1. Ülke; bir gemidir. Gemide olan bir olumsuzluk, kavga, düşmanlık, kin, terör ve benzeri şeylere; “bana ne, kim ne yaparsa yapsın, benim burada konumum iyi, altta kalanın canı çıksın…” mı deriz? Yoksa, el ele vererek, geminin batmaması ve sağ salim limana yanaşması için gayret mi gösteririrz?
2. Toplumun rahatsızlığının, bizim rahatsızlığımız; toplumdaki olumsuzlukların, yanlışlıkların hepimizi ilgilendirdiği, bir insanımızın ayağına batan dikenin, hepimizin kalbine battığını hissetmemiz gerektiğini anlıyor muyuz?
3. Herhangi bir meselede, suçu başkasına atıyor ve; “tabii olacağı buydu, biz karışmayız, ne yaparsanız yapın” deyip kenara mı çekiliyoruz? Yani ucuz kahramanlık mı yapıyoruz?
4. Ayakbağı olanların yanında yer alarak, terörü bitirmeye söz vermiş, herkesi kucakladığı için halkın sevgisini kazanmış, gerçekten de somut atılımlar yapmış, vesayeti bitirmiş, yüzyıllarca yapılamamış işlere el atmış bir anlayışa; “dur” bakalım, senin bu hizmetlerini istemiyoruz, biz bir avuç insan, huzurdan, barıştan, kardeşlikten, kalkınmadan, Türkiye’nin ayağa kalkmasından rahatsızız! Eğer böyle devam edersen, biz de terörün yanında saf tutar, senin gücünü zayıflatırız” dedi mi demedi mi?
5. Bazı yazar(!) ve aydınlar(!); “AK PARTİ gitsin de Türkiye ne olursa olsun, AK PARTİ zihniyeti; karanlık, gerici, çağdışı…”diyerek meydanlarda boy gösterdi mi? göstermedi mi? Her seçim ve her fırsatta olduğu gibi 7 Haziran seçiminde de blok oluşturmadı mı? Bir siyasi parti 900.000 oy aldı. Eğer AK PARTİ 90.000 oy alsaydı yine tek başına iktidar olacaktı! Bu siyasi partinin yaptığı teröre prim vermek değil mi? Seçimde AK PARTİ’nin tek başına iktidar olmasının önüne geçilmedi mi? Tek başına iktidar olamayınca çeşitli mahfiller devreye girip, bazı yasaları iptal etmeye başlamadı mı? Bu zayıflıktan yararlanan terör grupları yurdun çeşitli yerlerinde ortalıkta psikolojik durum hasıl etmiyor mu? Sorular, sorular, sorular…