Sorumluluk Duygusu

Sağlığımız yerinde mi? Rahatımız iyi mi? Emniyet ve güven içinde miyiz? Her gün huzur içinde işimize gidip geliyor muyuz? Açlıktan nefesimiz kokmuyor mu?- açlıktan nefesi kokanları burada sayamıyorum- ... öyleyse biraz olsun düşünmek ve: “Acaba ben ne yapabilirim bu ülke için? Elimden geldiği, gücüm yettiği kadar, kafa yoruyor muyum?” diye mutlaka hepimizin düşünmesi ve bir şeyler yapması lazımdır. Hatta bu, en birinci görevdir.
TÜRKİYE'DEN BAŞKA TÜRKİYE YOKTUR gerçeğini bir kez daha yinelemek istiyorum.
Biz doğru olursak, eğrinin zarar veremeyeceğini bilip, kendimize bir istikamet çizmemiz şarttır. Dualarımızda durmadan: “Allah'ım! Bizi dosdoğru yola ilet, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna! Sapıkların, yoluna değil!” diyerek aktimizi yenilememiz, bu akit üzerinde durmamız gerekir. Münafığın alametinin: “Konuştuğu zaman yalan söylemek, verdiği sözde durmamak, emanete hıyanet etmek...” olduğu şuuru içinde davranıp hayatımıza yön vermeliyiz. Bu vatanın bize bir emanet olduğunu bilmeli ve vatanımızı korumak, kalkındırmak, en ileri seviyeye ulaştırmanın çabasını içimizde taşımalıyız. Mevlânâ toplum şuurunu şu şekilde belirtir: “Toplumu içimizde hissetmek” bu şu anlama gelir; toplumun bütün dertlerini kendi derdimiz gibi görmek, empati kurmak...o zaman kâmil insan, gerçek anlamda insan olmuş oluruz.
Onun için ülke kalkınmasında insan unsurunun önemli bir faktör olduğu duygusu ile hareket edip, kişisel gelişime önem vermek için gayret etmeliyiz. Türkiye'mizin daha mutlu yarınlara kavuşması, halkımızın mutluluğu ve refahı için birlik içinde hareket ederek ülkemizi yarınlara taşımak boynumuzun borcudur. Kim: “Kardeşim, ben tek başıma ne yapabilirim?” diyorsa, şunu söylemeden geçemeyeceğim; bir kere: “Önce can, sonra canan” “ iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batırmak” “kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkalarına yapmamak”..... ilkeleri doğrultusunda hareket etmeye mecburuz. Ülkemizin güzelleşmesi de, kirlenmesi de bizim elimizdedir. Oy verdiklerimizi, seçtiklerimizi adam gibi seçer, bir oyun icabında ülke yönetiminde önemli bir payı olduğunu bilmemiz gerekir. Her birimizin görevi vardır, bu da ülkeyi yönetecekleri seçmek, ülkeyi en iyi biçimde yönetip, dışarıya el açmayacak duruma getirmek, ekonomik, sosyolojik ve psikolojik durumunu iyileştirmek. Demek ki sorumluluk hiçbir zaman inkar edilemiyormuş!
Ağlamanın, feryat etmenin manası yok. İnsanı insan yapan unsur; eylem, fiil, aktivite ve çabadır. Hiçbir zaman çaba olmadan, sadece kuru sözlerle, kuru gürültülerle bir yere varılmaz ve şimdiye kadar da varılmamıştır. Laf ile peynir gemisi yürümüyor!
ABD ve Batı bizi değişik yöntemlerle kıstırmak için; bazen Kıbrıs, bazen Irak, bazen Terör, bazen ekonomik darboğaza sokmak... gibi formüllerle güya üzeremizde tahakküm kurmaya çalışıyor! Milletçe duyarlı, şuurlu, aklımız başımızda olursak kimse bize bu konuda zarar veremez. Geçmişte olduğu gibi. Tarihi iyi bilmemiz, geçmişten ders çıkartmamız gerekir.
Niçin Osmanlı 600 sene ayakta kalabildi? Neden bütün dünyaya adaleti ile parmak ısırttı? Niçin şimdi bu güzellikler yok? Neyimiz eksik? O zamandan bu zamana neler değişti? İnsanlar yine aynı insanlar! Sadece kılık, kıyafet, yönetim biçiminde değişiklikler oldu! Bu da; fikirlerde, tasavvurlarda.... değişikliği getirdi. Dolayısıyla özümüzden, kültürümüzden, değer yargılarımızdan uzaklaştık! Her birimiz bir tarafa çekti! Sonunda da birliğimizi bozduk ve bugünkü kaos ortamına geldik! Bu karanlık tabloyu, aydınlığa çıkartacak yine bizleriz, bizim fikirlerimiz, inancımızdır!
Fert bazında işleri düşünmek, fert olarak mutlaka, ama mutlaka: “Bugün Allah için ne yaptım?” sorusunu kendimize sormak ve olumlu cevap almamız lazımdır. Akşam olduğu zaman kafamızı rahatça yastığa koyabiliyor muyuz? Uykumuzu huzur içinde uyuyor, işimizi huzur içinde yapabiliyor muyuz? Yani vicdan mahkememizde kendimizi yargıladığımız zaman aklanabiliyor muyuz? Bunlara sözle: “EVET” demek bir anlam ifade etmez. İcraat önemli, tek başımıza kaldığımızda düşündüklerimiz ve yaptıklarımız bir değer taşır!
Bu güzellikleri taşıyamadığımız için; yıllarca aydın- Din adamı ikiliği, laik- anti laik...... gibi kırıcı, üzücü, küstürücü, düşman kamplara ayırıcı klikler oluşturduk! Hatta bu, o kadar derinleşti ki, Üniversitelere kadar vardırdık! Şimdi birbirimizi anlamakta zorlanıyoruz! Birbirimize el uzatmakta, birbirimizin düşüncelerine tahammül etmekte zorluk çekiyoruz! Olan yine insanlığa ve cennet vatanımıza oluyor! Dahası, dünyaya oluyor!
Aslında dünya eski dünya. Zaman eski zaman. Dünyayı kirleten de, zamanın özellik ve güzelliğini kaybettiren de bizleriz! Bizlerin bağnazlığı, cahilliği, dar kafalılığı, düşünceye, fikre tahammülsüzlüğü!.......
Peki “TEMİZ TOPLUM” denilen ve durmadan dillerden düşürülmeyen ilkeye kavuşmak mümkün değil mi? Dünyada ölümden başka her şeye çare vardır. Yeter ki isteyelim. Yeter ki elimizi taş altına sokmasını bilelim.
Temiz toplum oluşturmazsak; ülkeyi yönetenlerin yaptığı yolsuzlukların önüne geçilmez! Yapılan kötülükleri sineye çekersek, sesimizi çıkartmaz: “Allah kahretsin” diye kendi kendimizi yer bitirsek, yani tepkisiz kalırsak daha çok badirelere gireriz! Mutlaka kötülüklere tepki göstermeli, yapılanları ortaya çıkarmak için çaba harcamalıyız. “Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle giderin. Buna gücünüz yetmezse dilinizle giderin, buna da gücünüz yetmezse kalbinizle buğz edin” ilkesi bunun için söylenmiştir. Burada anlatılmak istenen husus; sakın toplumdaki kötülüklere karşı ilgisiz kalmayın. Birisi sağ yanağımıza vurursa, öbür yanağınızı da çevirmeyin, meskenete girmeyin, aktif, mücadeleci, atak olun demektir. Herkes kendi kapısının önünü süpürürse kapıların önü tertemiz olur. Öyle değil mi?


Yazarın Diğer Yazıları