Sevmek için; Âdem olmak lazım. Âdem olanlar adamlığı yakalar. Âdem, ilk başta şeytanın aldatmasıyla cennetten kovulduysa da, yaptığına pişman olup, tövbe ederek adamlık seviyesini elde etti. Şeytanın yolunun yol olmadığını, şeytana uyanların sevemeyeceğini anladı. Bunun sonunda da peygamberlik gibi kutsal bir görevi üstlendi.
Sevgi anlatılmaz yaşanır. Mevlana’ya; “aşk nedir?” diye sorduklarında; “benim gibi ol da gör.” Cevabını vermişti. Sevgi ve aşk için; “tatmayan bilmez” denir.
Sevgi; kişisel çabadır. “Önce can, sonra canan” sözü, bu yönüyle çok anlamlıdır. Ben kendime değer vereceğim ki, başkalarına değer verme hakkım ve görevim olsun. Kendini sevmeyen, başkasını sevemez. Kendisiyle kavgalı olanlar, başkasına; sevgi, saygı ve hürmet edemez.
Önce varlığını, var edeni, yaratanı seveceksin. Ardından kendini, insanları ve dünyayı seveceksin. Dünyayı sevmek, dünyaya tapmak, dünyalık iş yapmak değildir. Eğer öyle olsaydı sevgililer sevgilisi Peygamberimiz; “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın” demezdi. Şayet dünyada; iş yapmak, dünya için çalışmak kötü olsaydı, Kur’an;”Rabbimiz, bize dünyada da, ahirette de iyilik ver”, “Dünyadan da nasibini unutma” diye uyarmazdı.
Dünyayı, Allah yarattı diye sevmek; “yaratılanı severiz, yaratandan ötürü” Yunusça terennümün aynıdır.
Zorla sevemezsiniz. Zorla da nefret edemezsiniz. Her ikisinde de gönül rızası ve gönül hoşluğu vardır. Kimse; “gel beni sev, ben sevilmeye daha layıkım” deme hamakatında bulunamaz. Kimse, kimseyi; kara kaşına, kara gözüne, boyuna, posuna vurulduğu için sevmez.
Aşırı derecedeki sevgiye aşk denir. Bu da maddi ve manevi şekillerde olur. Bir kadın göz önünde bulundurularak zevki ve cinsi cazibe ön planda tutulmak suretiyle oluşan aşk maddidir. Bunun platonik ve hayali olanı da vardır (Platonik). Şairlerin aşkı böyledir. Bu aşk genelde mecazidir. Hakiki aşk ise, Allah aşkıdır. Cenab-ı Hak bir kudsi hadiste, "Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi arzu ettim, âlemi yarattım" buyurmaktadır ki ilâhî aşkın kaynağı budur.
Çünkü Allah'ı bilmek, tanımak ancak aşk ile olur. Allah'ı gerçekten seven kişi O'nun yarattıklarını da aynı şekilde sever. Yaratandan ötürü yaratılanı sever. Bu aşk güzele değil, güzelliğedir. Herkesi, herşeyi sevmektir. Varlıklarda tezahür eden Allah'ın sanatını, kudretini, rahmetini, lutfunu ibretle temaşa etmektir. Bu aşka bazen "mecazi aşk"la da ulaşılır. Bundan dolayı "mecazi aşk, gerçek aşkın köprüsüdür" denilmiştir. Gerçek aşka ulaşmak da ilimle olmaz. Nitekim Fuzuli bunu şu beytiyle çok güzel anlatmaktadır :
Aşk imiş her ne var âlemde, İlim bir kil u kal imiş ancak.
Sonuç olarak sevgi, bütün makamların vardığı son noktadır.
Sevgi üzerine bina edilen yeryüzü şu an kimlerin elinde. Sevgisizlik üzerine bina olunmuş şu an ülkeler. Daha çok sömürmek için birbirleriyle yarışmaktalar. Ve bu rekabet, insanları birbirlerine karşı düşman hale getirmekte, sosyal olaylardan uzak durup bireyselciliği ön planda tutmakta.Ve kalabalıklaşan dünya da giderek yalnızlaşmaktadır. Çünkü daha çok kazanmak için rahatını daha çok ön planda tuttuğu için; birileri acı çekerken, o kendini daha mutlu hissetmektedir.Yapı taşı olan sevgi de kalmayınca, kimse kimseye acımamaya başlıyor.Ve büyük tufana tutuluyor insanlık.