SADECE BERAT KANDİLLERİNDE Mİ “BERATI” HATIRLAYACAĞIZ?

  1. akşam "Berat Kandili” idi. Camiler doldu taştı. Mevlitler okundu, Kur'an tilavetleri yapıldı. Gözyaşı dökenler, cemaat içinde kendini "veli” derecesine çıkartanlar, el ayak öptürenler, mütevazilik ayaklarına yatanlar… oluyor, olabilir.

On bir ayın sultanına kavuşmaya on beş gün kaldı. Üç aylar, hepimizin uyanmasına, şuurlanmasına, kendine gelmesine, manen dirilişine vesile olan aylardandır. Daha doğrusu tarih boyu böyle uygulanmıştır. Asıl olan bu günlerden, bu kandillerden ders çıkarabilmektir. Değilse zaman gelir geçer, saatler hızla çalışır. Giden zaman geri gelmiyor.

Vakit, elimizden kayıp gittikten sonra da, "eyvah” diyoruz. Ne yazık ki "keşke”lerle kavruluyor, "keşke” pişmanlığı içinde kıvranıyoruz. Bir türlü aklımızı başımıza almıyoruz. Olaylardan, olanlardan, hadiselerden ders alma özelliğimizi kaybetmişiz. Hayatı; yeme, içme, hava atma, makam, mansıpla övünme, kendinden başkalarını aşağı görme, kendini bilgiç durumuna sokma, insanları ötekileştirme, empati kurmama… gibi bir hastalık içindeyiz. Bir türlü bu hastalıktan kurtulmaya da niyetimiz yok!

Aslında her gün değerli, her güne bir anlam yüklemek görevimiz. Yalnızca; Cuma, kandiller, bayramlar, ramazanlarda sütten çıkmış ak kaşık olmaya çalışıp da, diğer günlerde yine eskisi gibi lay lay lom havasına girerek, sanki sadece kutsal günlerde, kandillerde; "tövbe ya Rabbi, günahlarımızı bağışla Allah'ım” demekle iş bitecek sanıyoruz.

Ölümün her an gelebileceğini, yaş, ırk, milliyet, ülke, renk, cinsiyet, inanç, meslek, makam… tanımadığını düşünüyor muyuz? Ramazan ayına ulaşmadan şu an ölmeyeceğimize kimin garantisi var? Kim; "daha yaşım genç, nasıl olsa namazımı kılarım, nasıl olsa orucumu tutarım, Kur'an okumak için vaktim yeterli değil. Benim mahallede Kur'an Kursu yok, bunlar önemli değil sen kalbe bak, kalbin temizse kurtulursun…” deme lüksüne sahip değil. İnancımızı uygulamakla görevliyiz. Bunun Berat kandili, Cuma günü, Ramazan ayıyla ilgisi yok. Veya ibadetlerimizi bu günlere sıkıştıramayız.

Müslüman, mükellef çağına girdiği andan itibaren rabbimizin emir ve yasaklarına uymakla görevlidir. Şöyle buyurur; "Ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et”.

İslam'ı yaşamadan Müslümanlık olmaz. Kur'an hükümlerini uygulamadan huzur bulamayız. Eğer böyle yaparsak Berat ederiz, böyle olursa beratımızı elimize alırız.

 

 

Ölüm Dediğin

 

Ezanlarla başlar kısacık bir an,

Saatler işliyor geçiyor zaman,

Vakitler bitiyor dönüyor devran,

Her tarafta bulur ölüm dediğin!

 

Doğanlar şahittir bunu biliyor,

Yazılmış ahittir canlar alıyor,

Bak güneş batıyor akşam oluyor,

Sevdiğini alır ölüm dediğin!

 

Makama mansıba aldanma sakın,

Ensende soluyor vakit çok yakın,

Ahlaklıca yaşa şerlerden sakın,

Tüm evlere dalar ölüm dediğin!

 

Değişmez gerçektir cinsi dengi yok,

Dini anlayışı ırkı rengi yok,

Avazı soluğu hiç mihengi yok,

Yanımızda olur ölüm dediğin!

 

Tahtları sarayı hep bıraktırır,

Şanları şöhreti bir gün yaktırır,

Hak bilmeyenlere yaşlar döktürür,

Hep acılar salar, ölüm dediğin!

 

Saçların ağartır dişin döktürür,

Ayakların tutmaz belin büktürür,

Gözlerin seçemez gözlük taktırır,

Mesajlarla gelir ölüm dediğin!

 

Herkes binecektir o tahta ata,

Vedalar ettirir tüm saltanata,

"Şeb-i arus”larla en son vuslata,

Müminlere güler ölüm dediğin! (18 MART 2022)

 


Yazarın Diğer Yazıları