Zahmetten Kaçarak Rahmete Ulaşılabilir mi?
AİLE VE MUALLİMLİK
FEDAKÂR, DAVA ADAMI EĞİTİMCİLERİMİZİN 24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ KUTLUYORUM
İnce Minaremizi İsteriz
İNSANIN KÖLELEŞTİRİLMESİ VE YENİDÜNYA DÜZENİ
FIRSAT
KURTULUŞ İSLAM’DADIR…
Üzerimize boca edilen kötü haberler
Bugünlerde araçlarda kış lastiğinin önemi ve zamanı
2025 yılında döviz kurlarında dalgalanmalar(volatilite) yaşanır mı?
Ebu’l-Ala el-Ma’arri’nin Risaletu’l-gufran Adlı Eseri
Beyşehir Gölü’nde Suyun ve Emeğin İzinde
ABD’nin Ortadoğu Haritası
Alfa Romeo Junior
Organize İşler
Konyaspor Sezonun En İyi Oyununu Oynadı
ÖCALAN SİLAH BIRAKIN DERSE NE OLUR?
KONYALISIN ETLİEKMEK
Bugün sizinle öyle bir yazı paylaşacağım ki, okuyunca hayretler içinde kalacaksınız! Yazıyı kısa tutamadım, zira bütünlüğü bozulur, eksik anlatım olur diye düşündüm. Adı geçen yazı; 24.7. 2013 tarihli Birgün Gazetesinde; Sungur Savran imzası ve “Ezber Bozma zamanı” başlığıyla yayımlandı. İşte o yazı;
24.7.2013 Birgün gazetesi
Ezber bozma zamanı
Sungur Savran
Ne kadar değişik siyasi kökenden gelen ne kadar çok insan onyıllar boyu iyi öğrenilmiş bir ezber gibi tekrarladı: “Devrimler çağı kapandı, şimdi demokrasi çağındayız.” Tek ortak noktaları vardı: Marksizmi reddetmek! Tarihi ve kapitalist çağı görülmemiş bir ışıkla aydınlatan o teoriyi, dünya görüşünü, programı reddettiniz mi, elinizde kapitalist düzenin kendi solcularından farklı söylenecek bir şey de kalmıyordu maalesef. O yüzden, kimse yeni bir şey söyleyemedi. Sadece “ezber bozalım” dendi. Bozalım yoldaşlar, haydi gelin! Son onyıllarda geliştirdiğiniz ezberi bozun! “Devrimler çağı bitmedi, asıl şimdi başlıyor!” deyin hep bir ağızdan. Şu hale baksanıza! Tarihin hangi anında Türkiye, Mısır ve Brezilya gibi üç kocaman ülkede (en küçüğü Türkiye!) milyonların aynı sıralarda böylesine düzeni sarstığı görülmüş. Hangi anında bu üç ülke kaynaşırken Endonezya gibi bir başka devde, Bulgaristan'da, Yunanistan'da, çok kısa süre önce Slovenya'da, İsveç'te, Portekiz'de daha küçük ama anlamı büyük mücadeleler de gerçekleşiyordu? Geri dönün yoldaşlar, siz sosyal demokrasinin gölgesi olacak bir tatlı su sosyalizmine layık değilsiniz! Sürgünden yurdunuza dönün, sizin vatanınız Marksizm idi, hep öyle kalmalıdır!
Elbette, Türkiye'de Gezi parkı ile başlayan süreç henüz bir devrim değildir. Ama önce adlandırmada anlaşalım. Yaşadığımız sürecin adını “Gezi direnişi” olarak koymak üç bakımdan yanlıştır. Birincisi, “direniş” bir savunma konumudur toplumsal mücadelelerde. Oysa biz son bir ay içinde savunmada değildik, taarruzdaydık, savunmada olan Tayyip Erdoğan'dı, hükümetiydi, polisiydi, mahkemeleriydi. Öyleyse, bu bir halk isyanı idi. İkincisi, Gezi adını kullanmak kolay yol olabilir, ama isyanın İstanbul'a özgü olmadığını, Türkiye tarihinde ilk kez bütün ülke sathını kavramış olduğunu gözlerden gizler. Bu olayın tarihi bir olay olmasının bir boyutu da budur. Üçüncüsü, halkın isyanının esas nedenlerini gözden gizler. Gezi'nin ağaçları elbette önemlidir, ama halkı Türkiye çapında ayağa kaldıran sadece o değildir. O bir tetikleyici olmuştur. Patlayan, halkın öfkesini ortaya çıkartan, baskıdır. Tayyip Erdoğan'ın sofralara, mutfaklara, yatak odalarına kadar girmiş olmasıdır. Halkın ise böcekler gibi gazlanmadan sokaklara çıkamıyor oluşudur. Ekonomik sınıf saldırısıdır, neoliberalizmdir öfkenin nedeni aynı zamanda. Gençlerin gelecek kaygısıdır, orta yaşın zor koşullarıdır, emeklileirn sürünmesidir.
Dakik bir biçimde saptayabiliriz: 31 Mayıs gece yarısı, Türkiye Akdeniz havzasında 2011'de Tunus, Mısır, Yunanistan ve İspanya ile başlayan devrimci sürece katılmaya karar vermiştir. Dünya bunu tescil etmiştir. Ta Brezilya'da sıradan halk ayağa kalktığında Tahrir'e değil Taksim'e, Türkiye'ye referans yapmıştır. Tahrir önemsiz olduğu için değil, tersine. Taksim şimdi artık dünyanın ezilenlerinin hayal gücünde Tahrir olduğu için! Bu henüz bir devrim değildir. Ama devrime gebe bir halk isyanıdır.
Nasıl ilerleriz?
Her büyük halk hareketi, inişlerle çıkışlarla, atılımlarla eslerle ilerler. İlk aşamasında isyanın merkezi rolünü oynamış olan Taksim Gezi komününün 15 Haziran'da polis saldırısıyla boşaltılması sonrasında olağan bir dönemden geçiyor olsaydık, herkes evine dönerdi. Oysa parklar hareketi, mücadelenin yeni döneminin yol haritasının demokratik ortamlarda tartışılmasını sağlamakla kalmamış, yeni eylemlerin kuluçka alanı olmuştur (Ethem Sarısülük eylemleri, Lice eylemleri, Sivas eylemleri, Ali İsmail Korkmaz eylemleri, TMMOB eylemleri). Tempoyu hâlâ İstanbul belirlediği için parklarda yapılan forumların öteki şehirlerde de hareketin ilerleme biçimi olmasını sağlamıştır.
O zaman yalın ama önemli bir saptama yapmak gerekiyor. 15 Haziran'dan Temmuz başına isyan, evet, daha düşük bir tempoyla ilerlemiştir, ama bitmemiştir, devam ediyor. Öyleyse, “Haziran isyanı”, “Haziran direnişi” ve benzeri adları da terk edelim. Bu isyan daha devam ediyor. Evet, son günlerde bazı yorgunluk emareleri görülüyor. Ama kaçınılmaz biçimde sona yürünüyor olduğunu söylemek için henüz erken. Harlanmasını sağlamak da hepimizin tek tek ve kolektif olarak görevi.
İsyanın ateşinin harlanması için üç eksenli bir çalışma gerekiyor. Birinci eksen hareketin taleplerini saptamak. Burada acil taleplerle hareketin hiç olmazsa bir aşaması için esas hedefini birbirinden ayırmak gerek. Acil talepler arasında tutsakların salınması, polis şiddetinin sorumlularının yargılanması ve cezalandırılması, Taksim planlarının toptan terk edilmesi vazgeçilmez olanlar. Hareketin bu aşamasının esas amacı ise, Tayyip Erdoğan'ın gitmesini sağlamak elbette. Bunu her an öne sürmesek bile amacın bu olduğu bilincimize çakılı kalmalı. Aslında amacımız bununla da sınırlı değil, ama dedik ya isyan daha devrime dönüşmedi!
İkinci eksen, forumların, halk meclislerinin merkezileştirilmesi olmalı. Eğer forumlar yerellikleri içinde tartışmaya devam eder ve daha ileri sonuçlar elde etmek için adımlar atmazlarsa bir süre sonra çürüme yaşanabilir. Bu yüzden forumlarda geri çağrılabilir ve somut talepler için görevlendirilmiş temsilciler seçmeli, temsilciler meclislerimizi önce kentler düzeyinde, sonra Türkiye çapında toplamalıyız. Türkiye çapındaki temsil heyeti, ortak olarak belirlenmiş taleplerimize erişmek için ülke çapında eylemler planlamalı ve düzenlemeli. İsyan kendi temsilcilerince yönetilmeli, kendisinden önce seçilmiş kadrolarca değil.
Üçüncü eksen ise isyanın yüzünü işçi sınıfına ve emekçi halka dönmesi için çaba göstermek olmalı. Bunun sayısız yolu olabilir: İşçi mahallelerinde toplantılar yapmak, bildiriler dağıtmak, acil taleplerimizin arasına ekonomik talepler katmak, sendikalarla temas, saymakla bitmez.
Kimse sanki isyan bitmiş de seçimlere hazırlanıyormuşuz gibi davranmasın. İsyan devam ederken seçim konuşulmaz.
Uzun sıcak bir yaz veya sarsıntılı yıllar
Büyük halk hareketlerinin gelişme eğrisini kesin biçimde öngörmek mümkün değildir. İsyan bu yaza bir bütün olarak damgasını vurabilir veya bir aşamada geri çekilebilir. Ama kimse aldanmasın! İsyanın geri çekilmesi bitmesi demek olmayacaktır. İç ve dış bütün koşullar ve isyanın kendi dinamikleri, bu isyanın inişlerle çıkışlarla önümüzdeki yıllarda devam edeceğini düşündürüyor. Dışarıda dünya kapitalizmini pençesine almış olan derin ekonomik kriz, Avrupa'yı merkez bellemiştir, Türkiye'yi adım adım ele geçiriyor. Bunun yaratacağı sınıf mücadelesi dinamikleri bu isyan ortamında patlayıcı çelişkiler yaratır. Ayrıca Akdeniz havzasında isyan ve devrim ülkeden ülkeye dans ederek dolaşıyor, bizim halkımızı da etkiliyor.
İçeride krizin yaratacağı sınıf mücadelelerinin dışında, halkın büyük bölümünün AKP ile hesabı bitmemiştir. Kürt sorununun her an derin sarsıntılar yaratması mümkündür. Düzenin bölgede savaş maceralarına yatkınlık göstermesi de başka sarsıntılara yol açabilir.
Yedek kulübesinde daha soyunmamış çok usta iki oyuncumuz var: işçi sınıfı ve Kürt halkı. Onlar sahaya indiklerinde önce Türkiye, ardından bütün Ortadoğu sarsılacaktır! O zaman el emeği, göz nuru ve beyin gücünü iktidar yapmayı ana şiarımız haline getirebileceğiz!
AİLE VE MUALLİMLİK
“KEŞKE” DEMEMEK İÇİN
NE KADAR SAMİMİYİZ?
MIZRAK ÇUVALA GİRMEZ
MANKURTLAR
SELÇUKYA NELER YAPIYOR?
GÖNÜL FATİHLERİ
16 KONYA EFSANESİ
ERENLER DÜNYASI
VAKT-İ MUHABBET