Okullar Neden Var?

Eğitim ve öğretimin belli bir yerden ve devlet hizmeti olarak yürütülmesi gereği düşüncesi ilk kez II. Sultan Mahmut döneminde (28 Temmuz 1808- 2 Temmuz 1839) ortaya atıldı. Maarif-i Umumiye Nezareti 17 Mart 1857’de kuruluncaya kadar eğitim ve öğretim işleriyle Mekâtib-i Rüşdiye (1838), Meclis-i Maarif-i Umumiye (1841), Mekâtib-i Umumiye Nezareti (1847) adlı kuruluşlar uğraştılar. Nezaretin kuruluşuyla nazırlığa getirilen Abdurrahman Sami Paşa döneminde okullar üç dereceye ayrıldı:

1) Sıbyan,
2) Rüştiye,
3) Mekâtib-i fünun-ı mütenevvia.

         Daha sonra Maarif-i Umumiye Nizamnamesi yayımlandı ve bir kurul niteliğindeki Meclis-i Kebir-i Maarif oluşturuldu. Müslüman olmayanların ve yabancıların eğitimiyle ilgili yönetmelikler 1892 yılında çıkarıldı. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, Maarif-i Umumiye Nezareti’nde önemli düzenleme ve düzeltmeler görüşüldü. Tedrisat-ı İptidaiye (İlköğretim), Tedrisat-ı Taliye (Ortaöğretim), Mekâtib-i Hususiye (Özel Okullar) daireleri kuruldu ve nezaretin merkez örgütlenmesiyle ilgili yeni birimler oluşturuldu. Osmanlı Devleti’nin Maarif Nezareti İstanbul’da çalışırken 2 Mayıs 1920’de TBMM hükûmeti kurulunca Ankara’da da Maarif Vekaleti oluşturuldu.
Kurtuluş Savaşı yıllarında iki eğitim bakanlığı vardı. Ankara'da TBMM Hükümetinin Maarif Vekaleti, İstanbul'da Osmanlı Hükümetinin Maarif Vekaleti, 23 Nisan 1920'de TBMM açıldıktan sonra Hükümetin 2 Mayıs 1920 tarih ve 3 sayılı yasası ile İcra Vekilleri Heyetinin (Bakanlar Kurulu) on bir vekaletinden biri olarak "Maarif Vekaleti" örgütlenmiştir.
Millî Eğitim Bakanlığı; 1923'ten 27 Aralık 1935 tarihine kadar "Maarif Vekaleti", 28 Aralık 1935'den 21 Eylül 1941 tarihîne kadar "Kültür Bakanlığı", 22 Eylül 1941'den 9 Ekim 1946 tarihine kadar "Maarif Vekilliği", 10 Ekim 1946'dan sonra "Millî Eğitim Bakanlığı", 1950'den sonra "Maarif Vekaleti", 27 Mayıs 1960 tarihinden sonra "Millî Eğitim Bakanlığı" adıyla çalışmalarını sürdürmüştür.
  Hayatımızı her an yaşarken, onun ne olduğu hakkında genellikle pek düşünmemişizdir. Hayat; adetlerimi, kurumlarımızı, inançlarımızı, zaferlerimizi, yenilgilerimizi, eğlenceyi ve işimizi kapsar. Hissettiğimiz her türlü duyguyu ifade eder.
Hayatın devamı çevrenin, yaşayanların ihtiyaçlarına sürekli olarak yeniden uyarlanması demektir. Yaşantımız, uygun ve yeterli olanlar için, duruma ayak uydurabilenler için çok kıymetli olacak. Değişen olaylara uyum sağlayamayan, kendini ihtiyaçlara göre yeniden yapılandırmayanlar için hayat pek de yaşanası bir hayat tarzı sunmayacaktır.
Herhangi birimizin hayatının kaliteli olması, yaşanabilecek bir hayat sürdürmemiz, toplum olarak yenilenme ile sağlanabilir. Toplum olarak kendimizi ne kadar toplum hissedersek ve yeniliklere ayak uydurursak, birey olarak da benim hayatım o kadar yaşanılabilir olacaktır. Kendimi uyarlayacağım toplumla uyumum kolaylaşacaktır.
Grubun, toplumun sahip olduğu inançlar, hedefler, arzular, umutlar, idealler… kişi olarak benim de olmalıdır. Büyük şehir içerisinde doğmuş ya da dağın en yalnız yerinde doğmuş bireylerin bu değerlere sahip olma durumları eşittir. Her ikisinin de sahipliği sıfırdır.
Grubu oluşturan bireylerin doğup ölmesi ve toplumu oluşturan bireylerin zamanla sürekli değişmesi, her bireyde olması gereken değerlerin aktarımını zorunlu kılar. Hedeflerin, hayallerin, umutların, inançların devamı, toplumun devamı, varlığımızın nedeni eğitim ile nesillere aktarılabilir.
Bu değerlerin devamlılığı, toplum olarak var olmamızın temelidir. Okulların var olmasının temel nedeni işte budur.
İşte buradan hareketle Milli Eğitim Bakanlığı Yetkilileri; “Dershaneler kapanmayacak, MEB çatısı altından çıkacak, faaliyetlerine devam edecek...” dediler. Dolayısıyla dershane konusuna açıklama getirdiler.


Yazarın Diğer Yazıları