MODERNİZM VE SEKÜLERİZM

Dünkü yazımda TYB Konya Şubesi; "Özümüz Sözümüz” ana ilkesiyle çıktığı 2022 yılı Kültürel etkinlik yolculuğunda Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın'ın "Nasıl Sekülerleştik?” konusunu en ince detayına kadar anlattığını ele almıştık. Ancak köşem yetmediği için kalan bilgileri bugüne bırakmıştım. Kıymetli hocamızın güzel fikirlerini dinlemeye, dinlediklerimizi siz değerli okurlarımızla paylaşmaya devam ediyoruz;

"Avrupa'da 17. Yüzyıldan itibaren Modernizm görülmeye başlandı. Bu toplumsal, siyasal ve kültürel değişim dönemini ifade eder. Bu dönem aklı temel alması ve tüm toplumsal ilişki ve kurumları akılcı esaslar üzerine oturtmayı hedeflemesi nedeniyle "akıl çağı” olarak da anılır. İnsan aklı, Modernizmle birlikte, dünyayı anlamak, yorumlamak ve dönüştürmek için tek referans kaynağı olarak ortaya çıkmıştır. Böylece ortaçağda din ve gelenekten beklenen dünyayı anlamak, yorumlamak ve değiştirmek görevi modernizmle birlikte insan aklına verildi. Gerçeğin ‘tek' olduğunu ve buna akıl yoluyla ulaşılabileceğimizi belirten Modernizm, buradan hareketle ideal bir toplum modeli ortaya koymuştur. Laikleşme, akılcılık, kentleşme, sanayileşme ve ulus devlet gibi süreç ve kavramlar hep bu dönemin ve idealleştirmenin ürünleridir.

Bu gelişmelere karşı, modernizm anlayışının başarısızlığını ilan eden bir takım düşünürler, modern dönemin sona erdiğini ve yeni bir dönemin başladığını iddia etti. Bu dönemin adı ‘Postmodern Dönem' olarak kayda geçti.

Postmodern düşünürler, modernizmin en temel varsayımı olan "gerçeğin tek olduğu ve buna akıl yoluyla ulaşılabileceği” düşüncesine karşı çıkarlar. Onlara göre doğru birden fazla olabilir.

Çok geniş bir terim olan sekülerizm, içinde birçok akımı ve farklı tür teorileri barındırır. Mesela M. Weber ve E. Durkheim'dan tutun da A. Comte, K. Marx, J. Frazer, B. Wilson, P. Berger ve T. Luckman'a kadar birçok sosyolog, bu kavrama farklı anlamlar yükleyerek kullanmışlardır. Fakat bizim dikkate aldığımız sekülerizm, Avrupa'da sosyologlar tarafından ortaya atılan ve konumuz bağlamında, yani inanç eksenli tanımlanmış olanlarıdır.

Türk Dil Kurumu, sekülerizm kavramına karşılık olarak dünyacılık sözcüğünü önermiş ve dünyacılığı ‘Bireysel katılımı önemli gören, dinin devletten ayrı ve özerk olmasını savunan öğreti' olarak tanımlamıştır. Sekülerizm kelimesini ilk defa kullanan da George Jacob Holvoake ise ‘İnançtan kaynaklanan bütün düşüncelerin dışlanmasını esas alan doktrindir' diye tarif etmiştir.

 

"Her şey insan için, insana göre, insan tarafından, en son sözü insan kendisi söyler. İnsanın kendisinin üstünde hiçbir varlık yoktur diyerek âdeta insanın tanrılaştırıldığı görüş” olan Hümanizm'den ilk bahseden Dante olmuş, yeni çağlarda ilk kullanan 1776-1848 arasında Friedrich Immanuel Niethammer adlı Alman pedagog bu kelimeyi, ‘insan severlik ve insancılık' olarak anlatmıştır.

Sekülerimizn ilk uygulama biçimi Fransa'daki laiklik uygulaması olan devlet kurumuyla dinin birbirinden ayrılmasıdır. Devlet ve devlet kurumlarının işleyişinde din tamamen devre dışı bırakılmış, din bu işlerden bütünüyle çıkartılmıştır.

İkinci tip uygulama biçiminde de kamusal alanın tanrı-din fikrinden arındırılması söz konusudur. Kamusal alan, toplumsal hayattaki politik-ekonomik-kültür-eğitim-eğlence-sanat-meslek vs gibi işleri kapsadığı için, bu kapsamdaki alanlarda din referans olmaktan çıkartıldı. Böylece insanlık gündelik hayatında dinî referans almadan iş görmektedir.

Üçüncü biçim olan son aşamada ise farklı ilkeler, değerler, kurallar ve onları vazeden otoriteler arasında, din de tek başına hakikat iddiasında bulunamaz, baskı kuramaz, totaliterlik yapamaz olmuştur.

Modernizmle birlikte gelişen sekülerliğin ilk iki aşamasında, sanayileşmenin getirdiği yoğun çalışma hayatı ve kent hayatının hızlı ve karmaşık yapısı karşısında insanlık çok meşgul bir günlük yaşantı sürmekteydi. Bu nedenle insana ibadethane yerine fabrikayı, büroyu, alışveriş merkezlerini, tatili, eğlenceyi, tüketimi ve hazzı sunan modern hayat, buralardaki zamanları ve işleri de ibadet olarak sundu. Dolayısıyla modernizm kutsal ve doğaüstü olanın yerine doğayı; ahiret yurdu yerine bu dünyayı; dinin yerine bilimi; din adamının yerine bilim adamını; dinî bilgi yerine bilimsel bilgiyi; dindar yerine özgür bireyi; dinî cemaat yerine sivil toplumu sundu. Bu sundukları içinde de yeni kutsallar oluşturarak, vahye dayalı bir din yerine, şartlara uygun yeni bir din icat etti. Bu dinin adı da sekülerizmdir.

Belçika'da yasa gereği her din mensubu vakıf ve dernekler, yaptıkları faaliyet kadar devletten yardım alır. Hümanistler de kendilerini bir din gibi addederek gerekli yardımı almak istiyorlar. Müstakil bir din gibi algılanmak istiyorlar. Yani şu an bildiğiniz bir din haline geliyorlar.

Rönesansla bilimle dini ayırdılar. Sonra reformda tanrıyla kul arasında din adamını bertaraf ettiler. Laiklikle beraber din ile devleti ayırdılar. Daha önce tüm eğitim sistemini papazlar yönetiyorken nötr olsun diye devlet okulu diye bir şey çıkardılar. Devlet Okulu, hiçbir dini empoze etmeden ortak eğitim verecek. Şu anda gelinen noktada hayatın tüm alanından dini çıkarmış oldular. Dolayısıyla insanların nihai amaçları dünyadan keyif almak, dünya için yaşamak haline geldi. ‘Dünyaya bir defa geldin, hayat kısa, zevkini çıkar, keyfine bak' felsefesini yerleştirdiler. Bunlara göre hayatın anlamı cinselliğini yaşamak, para kazanmak, makam sahibi olmak, şöhret yapmak, yemek, içmek, dünyadan kalmak… Evet, insanların en son geldiği nokta budur.

Bu gelişim bize de aynı şekilde yansıdı. Mesela pozitivizm 1900'lü yılların başında yakıp kavurmuştu. Eskiden düğünler nasıldı şimdi nasıl? Eskiden inşallah, maşallah, Allah bereket versin, Allah rahmet eylesin, geceniz mübarek olsun gibi kelimeleri kullanırken şimdi ‘Babam hasta' deyince duyduğu filmlerden öğrendiğiyle hareket edip ‘Üzüldüm' diyor. Allahaısmarladık, Allah yolunu açık etsin, Allah işini gücünü rast getirsin sözleri kullanılmıyor. ‘Kendine iyi bak' diyorlar. Bilinçaltında ‘Başkası seni ilgilendirmez, keyfine bak kendine' anlamı taşıyor. Bu şekilde yavaş yavaş biz de aynı şeyi yemeye, aynı şekilde ticaret yapmaya, aynı şekilde eğlenmeye başladık.

Emri bil maruf nehyi anil münker farz-ı kifayedir ya; şu anda günümüzde farz-ı ayn hale gelmiştir. Farzı yerine getirirken de hiçbir şey eksik yapmamak gerekir. Bu ne demek? Yani kişinin gücü neye yetiyorsa, nerede bulunuyorsa, bulunduğu ortamda bunu düzeltmek için çalışacaktır.”

Her hafta böyle güzel programlar dinleyeceğiz TYB sayesinde. İyi ki varsın TYB! İyi ki varsınız kültür adamları. (11MART 2022)


Yazarın Diğer Yazıları