Zahmetten Kaçarak Rahmete Ulaşılabilir mi?
AİLE VE MUALLİMLİK
FEDAKÂR, DAVA ADAMI EĞİTİMCİLERİMİZİN 24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ KUTLUYORUM
İnce Minaremizi İsteriz
İNSANIN KÖLELEŞTİRİLMESİ VE YENİDÜNYA DÜZENİ
FIRSAT
KURTULUŞ İSLAM’DADIR…
Üzerimize boca edilen kötü haberler
Bugünlerde araçlarda kış lastiğinin önemi ve zamanı
2025 yılında döviz kurlarında dalgalanmalar(volatilite) yaşanır mı?
Ebu’l-Ala el-Ma’arri’nin Risaletu’l-gufran Adlı Eseri
Beyşehir Gölü’nde Suyun ve Emeğin İzinde
ABD’nin Ortadoğu Haritası
Alfa Romeo Junior
Organize İşler
Konyaspor Sezonun En İyi Oyununu Oynadı
ÖCALAN SİLAH BIRAKIN DERSE NE OLUR?
KONYALISIN ETLİEKMEK
"Sabahleyin gazeteleri okurken aleyhinde haber göremeyince eşi Vasfiye Hanım'a şöyle seslenirmiş Tevfik İleri:
"Demek ki dün milletimiz için hayırlı bir iş yapmamışız Vasfiye Hanım!”
Menderes'in Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, 27 Mayıs sabahı darbecilere ilk meydan okuyan mebustu.
Askerler Demokrat Partili mebusları Harp Okulu'na götürüp tıkmışlar. Burası bombalanacak diye de bir şayia çıkarmışlar. Herkes paniklemiş ama o bir köşeye çekilip namaza durmuş. Bir albay gelip bağırmaya başlamış: "Tevfik İleri nerede?” Namazda yakalamış onu. Hem kıyamda hem rükûda hem secdede tekmelemiş. Selam verince yakasına yapışmış:
"Ben senin belalınım, seni öldüreceğim.".
Aynı sertlikle cevabını almış:
"Asıl bela, kendisini bela olarak gönderenin kim olduğunu bilmemektir.”
Yüksek Mühendis Mektebi'nde başladı Tevfik İleri'nin siyasi hayatı. Aksiyon adamı olacağı daha o yıllarda belliydi. MTTB başkanlığı yaptı. 1930 yılında Razgrad'da Türk mezarlığını tahrip eden Bulgarları protesto mitingleri düzenledi. Karayolları kontrol mühendisliğinden, Nâfia (Gelirler) Müdürlüğüne birçok görev ifa etti. Erzurum'dan Çanakkale'ye, Samsun'dan Ankara'ya birçok şehirde bulundu. 1938'de Erzurum'da ölen 32 günlük çocuğunu toprağa verirken şöyle demişti:
"Nihayet her yurt köşesi gibi kalbimizle bağlı olduğumuz Erzurum'a şimdi canımızla da bağlanmış olduk…”
Evladının defnini bile vatan sevgisine bağlayan, tevekkülü vatan toprağıyla buluşturan bir aşk bu.
Onun ve arkadaşlarının vatan aşkı 14 Mayıs 1950'de Demokrat Parti'yle iktidara kavuştu. Samsun mebusu oldu. 10 yıl sürecek vekillik döneminde Ulaştırma Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, Devlet Bakanlığı, Başbakan Yardımcılığı yaptı. Hep icracı görevler üstlendi ama en önemlisi o, Menderes'in Milli Eğitim Bakanıydı.
İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünün açılışında o vardı. Din derslerinin ilkokul müfredatına alınmasının, yirmi yıl aranın ardından imam-hatiplerin tekrar açılmasının altında hep onun imzası vardı. Köy Enstitüleri'ni Öğretmen Okullarıyla birleştiren cesur milli eğitimciydi. Hatipliği parmak ısırtacak cinstendi. İdealistti. Memleket aşkını hep hisseden hissettiren bir kişilikti. Milliyetçiliği sözle değil, icraatla yaptı. Türk Sanat Tarihi Enstitüsü'nü kuran da Türk Kültür eserlerinin yayınını başlatan da oydu ama hep endişe duydu bu vatan aşkının akamete uğratılmasından.
İmam-Hatip okullarına kastı olanlardan hep saldırı bekledi. "Çok dikkatli olalım. Bu okulları doğmadan boğmak istiyorlar, mevcutları kapatmam için Türkiye'nin bütçesi kadar rüşvet teklif ediyorlar.” deyip durdu.
Seçimle yenmişlerdi milletin makûs talihini. Hem de üç kez. Ama şalvarlı, çarıklı köylülerin Kızılay'da, Meclis'te dolaşmalarına, oradan ülkeye hükmetmelerine tahammül edemedi darbeciler. Halkın iradesini hiçe saydılar. Diğer mebuslar gibi Tevfik Bey'i de yolladılar zindana. Eşi Vasfiye Hanım'a, kızları Ayşe ve Cahide'ye, oğlu Cahit'e de evlerini zindan ettiler. Evin önüne asker diktiler. 27 Mayıs'ı bayram yapanlar birkaç saat sonra kapıyı çaldılar:
"Neden bayrak asmıyorsunuz?” diyerek.
Kahredici bir soruydu bu, vatanın görüp göreceği en vatansever ev için.
Evlendiği gün eşi Vasfiye Hanım'a "Önce vatanımızı, milletimizi seveceğiz, sonra birbirimizi.” diyen Hemşinli Tevfik'in eviydi burası. Yassıada'da cehennemî bir hayata mahkûm edildiğinde bile milleti için dua eden Tevfik'in.
18 Martlarda öğrencileri toplayıp ilk defa Çanakkale'ye götüren Milli Eğitim Bakanı Tevfik'in.
27 Mayıs 1960 onun için de sonun başlangıcıydı. Darağacı listesinde o da vardı. Yassıada'da Menderes'in yoldaşıydı. Darbeyi kendine yediremedi. Kahrından kanser oldu. Darbecilerin insafı idamı müebbede dönüştürecek kadardı. Yassıada'dan Kayseri cezaevine gönderdiler onu. Hastalık ilerledi ve Ankara Hastanesi'ne taşıdılar. Ama keder büyüktü. Hemşin'de başlayan dünya sürgünü Ankara'da son buldu. Menderes'in idamına ancak 3 ay dayanabildi. 1961'in son günü yoldaşına kavuştu:
"Menderessiz yeni bir yılı istemem.” der gibi.
Eylül'de Kayseri cezaevinden eşi ve çocuklarına elveda satırları yazarak sona yaklaşıldığını haber vermişti sanki:
"Allah var. Büyük Allah var. Her şeyi görüyor, biliyor…
Gerisi laf u güzaf. Yapılacak tek şey tebessüm etmektir. Size mal mülk, servet bırakmadım. Ama şerefli, namuslu, erkek bir ad bırakabildim. Hiçbir zaman başınız yere bakmayacaktır. Bununla müteselliyim, siz de bununla iftihar edeceksiniz.”
Kızı Cahide 27 Mayıs'ın hemen sonrasını ancak yıllar sonra anlatabildi:
"Babamı tevkif ettikten sonra diğer Demokrat Parti mebuslarına olduğu gibi bizim eve de arama için bir ekip geldi. Birden içeri daldılar… Kütüphanede, raflarda, annemin yatak odasında, çekmecelerde arama yaptılar. Sonradan annemin mücevherlerini aradıkları anlaşıldı.
Tabii hiçbir şey bulamadılar çünkü annemin doğru dürüst bir mücevheri yoktu. İçlerinden biri, ‘Benim karımın bile daha fazla mücevheri var. Sizin de hiçbir şeyiniz yokmuş.' dedi ve çıkıp gittiler…”
Yine bir vakit kapıya dayanmıştı askerler… Bir fatura uzatmışlardı: "Bu babanızın Yassıada'da yediği yemeklerin faturası, hemen ödeyin!” diyerek…
Acılarla, zulümlerle dolu bir hayattı onunkisi ama acılarını şikâyete dönüştürmedi hiç. Yaşanacak bir kaderi olduğuna inandı. Allah'a dayandı, saye sarıldı, hikmete ram oldu. Mütevekkildi hep…
Son mektuplarından birinde şöyle diyordu biricik Vasfiyesine:
"… Günlerden Çarşamba diyorlar. 27 Temmuz. Saat beş. Dünya iblis cenneti, ahiret İsmail teslimiyetidir. Rahat uyudum. 04.30'da uyandım. Vasfiyem de ve belki kızlarım da bu saatte uyanıktır. Ve Allah'a niyaz etmektedirler. Hemen kalktım abdest aldım, namazımı kıldım. Ve Allah'ımızın lütfu olan bu güzel ve alacakaranlık sabahta muazzez memleketimiz, yuvalarımız, çocuklarımız ve kendimiz için dua ve niyazda bulundum…”
Eşi Vasfiye Hanım geri kalmadı ondan. Zindan hayatının birinci yıldönümünde darbecilerin edatlar ve bağlaçlar dâhil 50 kelimeyle sınırlandırdığı mektup yazma hakkını şu sözlerle kullanmıştı:
"Canım Tevfikciğim, bugün Kurban Bayramı'nın ikinci günü. Aynı zamanda seninle bedenlerimizin ayrılık yılı arifesi. Kocaman bir sene geçti aradan. Ve bu kocaman bir senenin hülasasını yaparsak kâr zarar diye, bence kâr tarafımız ağır basıyor. Gerçi, çok ıstıraplar çektik ve çekmekteyiz, işte bu çiledir bence bizi kârlı çıkaran.”
O da 50'şer kelimelik mektuplarla cevap veriyordu Vasfiyesine:
"Dün ilk defa yıkandım…
Ayın 6'sında komutanın müsaadesiyle Adnan Bey'le görüştüm…
İyidir.
Osmanlı Tarihi okuyor.
Bir de Kur'an-ı Kerim.
‘Dört günde hatmedeceğim' dedi. O da huzur-ı kalp içinde…”
(Prof Dr Ali Köse, Diyanet Aylık Dergi, Aralık 2017)
(13 MAYIS 2022)
AİLE VE MUALLİMLİK
“KEŞKE” DEMEMEK İÇİN
NE KADAR SAMİMİYİZ?
MIZRAK ÇUVALA GİRMEZ
MANKURTLAR
SELÇUKYA NELER YAPIYOR?
GÖNÜL FATİHLERİ
16 KONYA EFSANESİ
ERENLER DÜNYASI
VAKT-İ MUHABBET