MANKURTLAŞIYOR MUYUZ NE?

"VAKT-İ MUHABBET” isimli 260 sayfalık kitaplaşacak çalışmamdaki "Mankurtlaşma ve sorumluluğumuz” konusunda şunları demişiz;

TDK'ya göre mankurt: "Ulusal kimlikten uzaklaşan, içinde bulunduğu topluma yabancılaşan” anlamındadır.

Dilimizde "mankafa” kelimesi argo da olsa yaygın biçimde kullanılmakla beraber, "mankurt” ifadesinin aynı yaygınlıkta olmadığını biliriz. Mankurt kelimesini Cengiz Aytmatov gündemimize yeniden soktu. Mankurtlaşmak, ulusal kimlikten uzaklaşma, topluma ve kültüre yabancılaşma, zihnin yeniden inşası yoluyla bilinçsizleşme, egemen güçlere ve süper devletlere yaranmayı içeren sosyo-kültürel bir kavramdır.

Bilinçsiz köle anlamına gelen mankurt, eski dönemde insanları köleleştirmenin bir yöntemi olarak kullanılıyordu. 'Mankurt' haline getirilmek istenen insanın saçları kazınıp başına devenin boyun derisi gerdirilerek geçirilir ve güneş altında birkaç gün bekletilirdi. Devenin derisi kafatasına yapışan insanın saçları uzayamaz hale gelir ve bir süre sonra saçlar kafatasının içine doğru uzayarak kişiye büyük acılar vermeye başlardı. Bu acılar neticesinde 'Mankurt' ismini alan insan, anne ve babasını dahi tanıyamaz hale gelir ve kendisine söylenen her şeyi sorgusuzca yapan bir köle haline getirilirdi. Bilinçsiz köle anlamına gelen mankurt, eski dönemde insanları köleleştirmenin bir yöntemi olarak kullanılıyordu.

Mankurtlaştırılan kişi, düşmanını "efendi” kabul ederek kendi halkına ve değerlerine karşı savaşan bir köle olur. Okumuşlar kolay mankurtlaştırılabilirken halk aynı kolaylıkla ve kısa zamanda mankurtlaştırılamaz.

Türkiye çok cepheli bir ateş altında. Sürekli tehdit ve taciz altında tutuluyoruz. Ulusal reflekslerimiz yavaşlatılmak ve ulusal direncimiz kırılmak isteniyor.

Ulusal ve dini kimliğimiz, kişiliğimiz, onurumuz dejenere ediliyor, aşağılanıyor. Geçmişimiz ve kim olduğumuz bize unutturuluyor. Azar azar, alıştıra alıştıra, şiddeti zamana yayıp yüngülleştirerek mankurtlaştırılıyoruz. Uygarlıkların beşiği olmuş bu ülkenin insanları mankurtlaştırılıyor! Topluma "geçmişi unut, kim olduğunu unut, geleceği düşünme, anı yaşa” düşüncesi genel geçer yapılarak mankurtlaştırılıyor.

Hayatta niçin varız? Bu dünyaya neden geldik? Yaşadığımız süre içinde yapacaklarımız yok mu? İnsan olarak sorumlu olduğumuz şeyler olmamalı mı? Hayat; yeme, içme, gezme, eğlenme, nerede akşam orada sabah, gelsin çaylar gitsin kahveler…demek mi?

Rabbimiz insanları yaratmadan önce; "Ben sizin rabbiniz değil miyim?” diye sorduğu soruyu; -"Bela” diye cevaplamış ve böylece bir sorumluluk üstlendik. Hiçbir insanın bu yönüyle görevden kaçma, sorumsuz davranma gibi bir özelliği yoktur. Aslında bu yönü kapalıdır insanın. Çepeçevre rabbimizin ilahi arazisindeyiz. Kimsenin bu araziden dışarı çıkma lüksü yoktur. Zaman zaman, günahlara girme, hatalar yapma, dünyayı kan ve gözyaşına boğma hamakatları yaşanıyorsa da, bunlar asıl değil sonradan olan çıkmalardır. İnsanın özünde inanmak, güzellik, iyilik ve hizmet vardır.

  1. çizmek, savsaklamak, görevi kötüye kullanmak, huzursuzluk çıkarmak, işleyen nizamı bozmak, yeryüzünde fesat meydana getirmek… Allah'ın kullarına yakışmayan bir hususiyettir. İnsani özellik; okuyan, yazan, aklını ve alnını terleten varlıklara yakışmaz.

 

 

"İnsanı ateş değil, kendi gafleti yakar,

Herkeste kusur görür, kendisine kör bakar.

Neye nasıl bakarsan, o sana öyle bakar”

 

diyor Mevlana.

İnsanın bir yaratılış esprisi vardır. Boşu boşuna, laf olsun diye bir yaratma söz konusu değildir. Onun için Kur'an'da; "İnsan kendini başıboş bırakılacak mı sanır?” ifadesi bunun açık örneğidir.

İnsan; ağaçtan yahut sırçadan yapılmış bir kaba benzer. Dışını yıkamak gerek ama içini yıkamak daha da gerekli bir şey. Dışını yıkamak farz, ancak içini yıkamak daha da farz. Çünkü Allah şarabı, ancak temiz kaba konur. Kabı yıkamak gerek buyurulduysa, içinin yıkanması daha lazım. Çünkü dışındaki değil, içindeki içilir.

Kim, nefsi öldü de, kötü huylardan arındıysa, Allah'a ulaşır derler. Hâşâ; Allah'a değil, Allah yoluna ulaşır. Böyle olmazsa zaten o, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ın yolundan azmış olur.

Mevlana, bize hep mükemmel insan reçetesini sunar. Güzel ahlak sahibi, dürüst, çalışkan, alçak gönüllü, hoşgörülü, kısaca örnek insan olmanın yollarını anlatır. Özellikle Mesnevi'nin; kendisiyle, yaratıcısıyla ve dış dünyadaki bütün varlıklarla barışık, huzurlu ve mutlu insan olmanın tarifi üzerine kurulduğu açıkça görülür.

Düşünce sistemini oluşturan kaynakların, Kur'an-ı Kerim ve Hadisler olduğunu belirten Mevlana, insanı da Kur'an-ı kerim ve hadis perspektifiyle ele alır.

Mevlana, bizi hayatın stresinden kurtaracak, insanlar arasında kardeşliği ve dostluğu pekiştirecek ilkeleri İslâm'ın ışığında ortaya koyuyor.

İnsan olmanın, bir başka deyişle; Adam Olmanın temel amacı, kâmil insan olmaktır. Kemali, olgunluğu tercih etmedikten sonra insan olmak bir yana, yaşamak bile anlamsızdır. Kâmil insan; dünyayı sırtında taşımaz, dünyanın sırtına biner. O, en mütevekkil insandır. Kaza ve kader anlayışının en iyi temsilcisi Kâmil insandır. Kâmil insan, "eşref-i mahlukat” sırrına eren insandır. Kemal derecesine eren insan, meleklerden de üstündür. Kâmil insan, ideal insan tipidir.

Mevlana; insandan söz ederken asıl, Kâmil insan olmayı hedefler. Onun için bazı hususlara dikkat edilmesini ister.

 

Az Bulunuyor!

 

Gezsen kâinatı bulurum diye,

Ruhu temiz duran az bulunuyor,

Sohbetle derdini alırım diye,

Gönüllere giren az bulunuyor!

 

Hakka ibadettir halka hizmetler,

Kur'an içindeki nice hikmetler,

Allah'ın lütfudur güzel nimetler,

Gerçekleri gören az bulunuyor!

 

 

 

Kılık kıyafetler adam etmiyor,

Şölen ziyafetler lezzet katmıyor,

Maskeli tavırlar özde tutmuyor,

Sevdiğini saran az bulunuyor!

 

Rabtan uzak kalan tefekkür bilmez,

Masivaya dalan tezekkür bilmez,

Kula nankör olan teşekkür bilmez,

Kalbi Hakka varan az bulunuyor!

 

Leyla'yı bulanlar Mecnunu bilir,

Müslüman olanlar mahbubu bulur,

Nefsini bilenler Rabbini bilir,

Hakikate eren az bulunuyor!

Yazarın Diğer Yazıları