Makamlar mı insana değer katar? Yoksa insanın karakteri mi? Makam sayesinde mi insanlar itibar kazanır? Veya kazanmalıdır? Yoksa itibar mı makam kazandırır? Makam, her şey midir? Makama gelince kendini bir şey sananlar, makama sığınarak; insanları kıran, üzen, hakaret edenler…makam elden gittikten sonra hangi yüzle insanların yüzüne bakacaklar?
İtibarı makamdan alanlar, daha doğrusu makamı, tehdit vasıtası kılanların, insanlara diyecek ne sözleri olabilir? Çok güzel bir söz var; “sütten çıktıktan sonra bütün kaşıklar beyazdır, önemli olan, sütten çıktıktan sonra beyaz kalmaktır.” Mevlana da; “bulanmadan akmak ne güzeldir” diyerek bu konuyu en veciz şekilde anlatmaktadır.
Makamdan itibar almayan, makamını tehdit aracı olarak kullanmayan, Nasreddin Hoca’nın; “ye kürküm” hesabı olmayan, “Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi, mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan” diyen Yunus gibi olanlar yok mudur?
“En büyük ilah benim” diyen Firavun nereye gitti? Hz. İbrahim, putlara tapmadığı, Nemrud’un ilahlarını benimsemediği için ateşe atıldı! Pekiyi Nemrud ne oldu? Beynine giren bir sinek, beynini kemirerek öldürdü! Bunlar da makam sahipleriydi.
Mekke’nin en ileri gelen makam sahibi müşrikler, Hz. Peygambere olmadık hakaretleri reva gördüler! Sonuç; makamı, işkence aracı olarak kullananların aleyhine döndü!
Hangi tarihte, nerde ve ne zaman makamını insanlar için çıkar aracı olarak kullanmışsa, mutlaka ters tepmiş ve en ağır biçimde cezalanmıştır. Çok çok yakın bir zaman diliminde bir yerin il müdürü, personeline yapmadığı eziyet, eza ve cefa kalmamıştı. “illallah” demeyen kimse yoktu. Müdürlükten gittikten sonra, kimsenin selam vermediği, halinin hatırının sorulmadığı duruma düştü! Makamdayken, etrafında pervane gibi dönenlerden şimdi kimse kalmadı.
Makamların tükettiği veya makama gelince kendini bir şey sananlar, sadece resmi makamlarda değil, adı ne olursa olsun, ister resmi, ister sivil; ister bir dernekte, ister bir vakıfta, ister bir holdingte…şu gerçeği asla göz ardı etmemelidir; ben bugün buradayım, ya yarın? Görevimiz bittiği, işimiz sona erdiği, makamdan ayrıldıktan sonra insanların arasına gireceğiz, onlarla hasbihal edeceğiz, insanların yüzüne bakacağız…öyleyse iyi geçinmemiz, dili iyi kullanmamız, kimseye tepeden bakmamamız, kimseyi küçük görmememiz, her şeyde ben kibrini göstermememiz lazım. Allah’a bir ölüm borcumuz var, arkamızdan; “ne mikrop insandı öldü de kurtulduk” dememesi için bu dünyadayken, aklımızı kullanıp, ilahi emirler istikametinde hareket etmeliyiz.
Unutmayalım ki her nefis ölümü tadacaktır, yani ölüm adı verilen ilahi yasaya boyun eğmekle yükümlüyüz. Allah’ımız; “kul hakkıyla karşıma gelmeyin” buyuruyor. Kul hakkı dışındaki günahlarınız istersem affederim ama kul hakkına karışmam diyor. Kul hakkı içinde insanlarla iletişim, insanlarla hasbihal, insanlara karşı hoşgörü, onların işlerini en çabuk, en makul, en kısa yoldan çözmemiz yer alır.
İnsanları bitiren şu şeytani tuzaklara düşmemek gerekir; para, nefis ve kadın. Bu üçlü fesat yuvasını yıktığımız zaman hiçbir makam insana zarar veremez. Makamların tükettiği insan olmamak için; Kur’anı hayat ilkesi yapmaya mecburuz.