Zahmetten Kaçarak Rahmete Ulaşılabilir mi?
AİLE VE MUALLİMLİK
FEDAKÂR, DAVA ADAMI EĞİTİMCİLERİMİZİN 24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ KUTLUYORUM
İnce Minaremizi İsteriz
İNSANIN KÖLELEŞTİRİLMESİ VE YENİDÜNYA DÜZENİ
FIRSAT
KURTULUŞ İSLAM’DADIR…
Üzerimize boca edilen kötü haberler
Bugünlerde araçlarda kış lastiğinin önemi ve zamanı
2025 yılında döviz kurlarında dalgalanmalar(volatilite) yaşanır mı?
Ebu’l-Ala el-Ma’arri’nin Risaletu’l-gufran Adlı Eseri
Beyşehir Gölü’nde Suyun ve Emeğin İzinde
ABD’nin Ortadoğu Haritası
Alfa Romeo Junior
Organize İşler
Konyaspor Sezonun En İyi Oyununu Oynadı
ÖCALAN SİLAH BIRAKIN DERSE NE OLUR?
KONYALISIN ETLİEKMEK
Malazgirt zaferinden sonra Anadolu'ya gelen atlı göçebe Türkmenler Anadolu'yu vatan yapmak istemişler, bunun için hem Bizansla, hem de Moğollarla mücadele etmişlerdir. Türkler'in yeni yurt edindikleri topraklarda sürekli olarak kalabilmeleri, ancak daha güçlü bir medeniyet kurmaları ile mümkündü. Bizanslılara karşı kazanılan Miryakefolon (1176) zaferinden sonra İslam medeniyetini hâkim kılmaya başladılar. Yeni medeniyet inşasında ahiliğin etkili olduğu görülmektedir.
Anadolu'da hem Bizanslılara hem de Moğollara karşı teşkilatlanmak zorunda olan Türkmenler yerleşik hayata geçip medeniyetlerini kalıcı hale getirmek durumunda idiler.
Asya'dan Anadolu'ya gelen çok sayıda esnaf ve sanatkâra kolayca iş bulmak, yerli Bizans sanatkârı ile rekabet edebilmek, tutunabilmek için yaptıkları malların kalitesini korumak, üretimi ihtiyaca göre ayarlamak, sanatkârlarda sanat ahlâkını yerleştirmek; Türk halkını ekonomik yönden bağımsız hâle getirmek; ihtiyaç sahibi olanlara her alanda yardım etmek; ülkeye yapılacak yabancı saldırılarda devletin silahlı kuvvetleri yanında savaşma, sanatta, dilde, edebiyatta, müzikte, gelenek ve göreneklerde milli heyecanı filizlendirip ayakta tutmak gerekiyordu.
Türkler islâm dinini kabul ettikten sonra medeniyetlerinin özünü bu inanca göre şekillendirdiler. Daha önce Arabistan ve İran'da görülen fütüvvet teşkilatları ile de tanıştılar. Fütüvvetnameler, esas itibariyle dini-tasavvufi eserler olduğu için ahilik teşkilatının esasını bu kurallar oluşturmuştur. Ahiliğin özünde "hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış” Hadis-i Şerifi esas alınmıştır. Ahiliğin esaslarında Kur'an-ı Kerim'de sıkça söz edilen isar (kendileri ihtiyaç duysalar bile başkalarını tercih etmek), uhuvvet (kardeşlik), infak (Allah yolunda harcama) kavramlarının etkisi vardır.
Her milletin özünde bazı kültürel özellikler vardır. Türklerin de yaratılışlarında var olan alplik, yardımlaşma, dayanışma, cesaret, mertlik, teşkilatçılık ve misafirperverlik gibi kültürel özellikleri ahiliğin bir medeniyet hareketi olarak Türkler arasında yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Bu kültür özelliklerine sahip olan Ahi Evran Veli, ahiliği Selçuklu coğrafyasında hızla teşkilatlandırmıştır.
Fütüvet-namelerde ahiliğin 740 kuralından bahsedilmektedir. Ancak bunlardan 124 tanesinin özellikle uygulanması gerektiği belirtilmektedir. Bunlar sofra adabından su içmeye, konuşmaya, giyinmeye, yürümeye, alış veriş yapmaya, misafirliğe, oturmaya, büyükleri ziyaret etmeye, hasta ziyaretine, mezarlık ziyaretine, hamamda yıkanmaya, yatmaya, uyumaya… ait kurallardır. Ahi eline, beline, diline sahip olacaktır. Kapısını, gönlünü, sofrasını açık tutacaktır. Fütüvvet iyi huylardır. Nefisle mücadele, Allah'ın emirlerini tutma, adeta kendisini halka vakfedip herkese iyilikte bulunma, bilhassa cömert olma, konuk sevme ve herkesin yardımına koşmadır.
Fütüvvet peygamberlerden kalmadır. Onun için peygamberin sünnetleri fütüvvetin de esasını oluşturmuştur. Fütüvvetin şartları: vefa, doğruluk, emniyet, cömertlik, tevazu, insanlara nasihat, onları doğru yola sevk etmek, tövbe ve güçlü iken affetmektir.
Şarap içen, zinada bulunan, yalan söyleyen, koğuculuk eden, hile yapan, gıybette ve bühtanda bulunanlar, hainler ahilik teşkilatına alınmazlar ve fütüvvetten düşerler.
Ahilik özüne "Eşref –i Mahlûkat” olan insanı yerleştirerek, "Hakka hizmet, halka hizmet” anlayışıyla hem dünyevi, hem de uhrevi bir sistem oluşturmuştur. Ahiler, "dünyayı bir imtihan yeri” olarak kabul etmişler, bu sebeple hayatın bütün alanları ile ilgili ihtiyaca göre yeni sistemler oluşturmuşlardır.
Ahiler kendilerine has bir eğitim sistemi oluşturmuşlardır. Akşamları tekke ve zaviyelerde fütüvvet esaslarını teorik olarak öğretmişlerdir. "Kim ki iyi insan iyi müslümandır; kim ki iyi müslüman iyi insandır” düsturu gereğince insan yetiştiriyorlardı. Ayrıca gündüzleri iş başında yamak, çırak, kalfa, usta sistemi içerisinde uygulamalı olarak eğitim veriyorlardı. Bu eğitim anlayışının özünde islami kuralları hayat tarzı haline getiriyorlardı. Tekke ve zaviyelerde okuma yazma, görgü kuralları, okçuluk, binicilik, kılıç eğitimi, tarım işleri… gibi alanlarda eğitim de verilmekteydi.
Ahiler, sadece erkekleri değil, kadınları da eğitmişlerdir. Ahi Evran Veli'nin hanımı Fatma Bacı'nın kurduğu "Bacıyan-ı Rum” (Anadolu Kadınlar Teşkilatı) ile kadınları da eğitmişler, onları aşına, işine, eşine bağlı yetiştirmişlerdir. Onları meslek sahibi yaparak üretici konuma getirmişlerdir. Denilebilir ki Bacıyan-ı Rum dünyada ilk kadın sivil toplum örgütlenmesidir.
Ahilik Selçuklu ve Osmanlı iktisadi sisteminin özünü oluşturmuştur. Bu iktisadi anlayışın temelinde çalışmak, üretmek, kalite, emeğe saygı, dayanışma, helâl kazanç, helâl lokma, yardımlaşma, israftan kaçınma… gibi islâmi kurallar vardır. Ahiler bu alanda da inançlarını hayata geçirmişlerdir. Ahiler ihtiyaçlarından fazlasını ihtiyacı olana dağıtmışlardır. Onlar kârda değil, hayırda yarışmışlardır.
Ahiler toplumda denge unsuru olmuşlardır. Kurdukları vakıflarla hayatı ilgilendiren bütün alanlarda faaliyette bulunmuşlardır. Fakirleri, garipleri, kimsesizleri, savaşa gidenlerin ailelerini, işinde zarar edenleri, misafirleri, yolcuları korumuşlar, onlara yardım etmişlerdir. Kısacası ahiler kimsesizlerin kimsesi olmuşlardır.
Ahilik ilkeleri:
AİLE VE MUALLİMLİK
“KEŞKE” DEMEMEK İÇİN
NE KADAR SAMİMİYİZ?
MIZRAK ÇUVALA GİRMEZ
MANKURTLAR
SELÇUKYA NELER YAPIYOR?
GÖNÜL FATİHLERİ
16 KONYA EFSANESİ
ERENLER DÜNYASI
VAKT-İ MUHABBET