Kudüs, İsrail’in Başkenti Olamaz -2-

İngiliz işgaliyle birlikte dünyanın değişik yerlerine dağılmış olan Yahudiler de çekirge sürüleri gibi Kudüs'e ve civarına akın etmeye başladılar. Bu akın dolayısıyla Yahudilerin şehirdeki nüfusları hızla arttı. Bu artışa mukabil olarak Belediye meclisinde de Müslümanlara altı, Hıristiyanlara iki sandalye verilirken, Yahudilere de dört sandalye verilmişti.

Sykes - Picot anlaşmasının uygulamaya geçirilmesinde ve İngilizlerin Kudüs'ü işgal etmelerinde Ürdün kralı Hüseyin'in babasının dedesi olan Şerif Hüseyin'in önemli rolü olmuştur. Şerif Hüseyin, kendisine vaad edilen "Arap yarımadası krallığı" karşılığında İngilizlerin Kudüs'ü ve çevresini işgal etmelerine yardımcı olmuştur. Sykes - Picot anlaşmasının Filistin'le ilgili maddesinde: "Diğer ortakların ve Mekke şerifinin muvafakatı alındıktan sonra Rusya ile de istişare yapılarak bu bölgede uluslararası bir yönetim kurulsun" denmesi o zaman Mekke şerifi olan Hüseyin'in ihanetteki rolünü ortaya koyuyordu.

1948'de Siyonist İsrail devletinin kurulmasıyla birlikte Kudüs'ün Batı kesimi bu işgal yönetiminin eline geçti. Bu işgal Siyonistlerin askeri başarılarıyla değil bazı çevrelerin ihanetleri ve BM'in birtakım siyasi oyunlarıyla gerçekleşmiştir.

1947'de Siyonistlerle Araplar arasında ortaya çıkan sürtüşmelerde işgalci İngiliz yönetimi kendini sözde hakem tayin ederek güya anlaşmazlıkları "barışçı (!)" yollardan çözüme kavuşturma havasına girdi. Fakat ilginçtir ki bu hakemlik olayında Kudüs şehri görüşmelerin dışında tutuldu ve İngiliz yönetimi burayı kendi inisiyatifine aldığını bildirdi. BM Genel Kurulu İngilizlerin tamamen Siyonistlerin lehine olan hakemliklerini kabul ederek 29.11.1947'de Filistin topraklarının Yahudilerle Araplar arasında bölünmesine dair kararını çıkardı. Bu kararda Kudüs ve çevresine ise özel bir uluslararası statü veriliyordu. Karar aynı zamanda şehri Yahudilerle Müslümanlar arasında ikiye bölüyor ve bu iki kitleyi ekonomik olarak birleştiriyordu. Görünüşte Kudüs ve çevresine özel uluslararası statü vermenin gayesi buralardaki kutsal yerlerin korunması ve dini mekanların isteyenlerce serbestçe dolaşılmasına imkan sağlanmasıydı. Asıl amaç ise buralarda Yahudilerin etkinliklerinin ve hakimiyetlerinin güçlendirilmesi için gerekli şartların hazırlanmasıydı. Zaten gelişmeler de asıl amacın ne olduğunu ortaya çıkardı.

Müslümanlar BM teşkilatının Kudüs'le ilgili kararını kabul etmediler. İngiliz işgal güçlerinin çekilmesinin ardından Müslümanlarla Yahudiler arasında fiili çatışmalar başladı. Siyonistler çatışmalarda Kudüs'ü ilk hedef seçmişlerdi. Kudüs ve çevresindeki sivil Müslümanların gözlerini korkutmak ve onları göçe zorlamak amacıyla onlara yönelik korkunç katliamlar gerçekleştiriyor ve saldırılarında da daha çok sivilleri hedef alıyorlardı. 9 Nisan 1948'de Irgun terör örgütünce gerçekleştirilen ve bir köy halkının topluca imha edildiği Deir Yasin katliamı bunlardan biridir. Bu katliamı gerçekleştiren Irgun terör örgütünün o zamanki lideri daha sonra İsrail başbakanı olan Menahem Begin'di. Bir diğer Yahudi terör örgütü Haganah da 5 Ocak 1948'de Batı Kudüs'te Müslümanlara ait Semiramis Oteli'ni kundaklayıp 26 kişinin yanarak ölmesine sebep oldu. Siyonist çeteler bazen öldürdükleri, yaraladıkları ve esir ettikleri Müslümanları kamyonlara doldurarak şehirde dolaştırıyor ve bu kutsal şehri terk etmek istemeyen Müslümanlara yönelik olarak: "Eğer burayı terk etmezseniz sizin de sonunuz böyle olacak" şeklinde anonslar yapıyorlardı. Bu katliamlar doğal olarak sivil Müslümanların gözlerini korkuttu ve Müslümanlar Siyonist terör örgütlerinin vahşice saldırılarından canlarını kurtarabilmek için göç etmeye başladılar. Bu göç Siyonistlerin işine yarıyordu. İşgal rejiminin kurucularından olan Ben Gurion, Müslüman göçüne olan sevincini 7 Şubat 1948 tarihli konuşmasında şu şekilde dile getirmişti: "Haçlı saldırılarından beri Kudüs hiç bu kadar Yahudilere ait bir yer olmamıştı. Batı Kudüs'te dolaşıyorum, ortalıkta hiç Müslüman göremiyorum." Ama buna rağmen Müslüman milisler mücadelelerine devam ettiler.

Müslüman milislerin Siyonistler karşısında başarılı bir mücadele gerçekleştirmeleri ve Kudüs'ün tamamını Siyonist işgal güçlerinin elinden kurtarma noktasına gelmeleri üzerine BM, 15 Mayıs 1948'de ani bir ateşkes ilan etti. Bu ateşkesin amacı, Siyonistlerin yeniden toparlanmalarına fırsat vermekten başka bir şey değildi. Arkasından BM Genel Kurulu, Kont Folk Bernadotte'u Filistin meselesinin çözümü için arabulucu olarak tayin etti. Bernadotte hazırladığı raporda, Kudüs'ün Arap kesimine bırakılması tavsiyesinde bulundu ve bu tavsiyesinden dolayı daha sonra Siyonistler tarafından öldürüldü. (DEVAM EDECEK)


Yazarın Diğer Yazıları