Yok mudur gerçekten birbirini seven, sayan, birbirine anlayış gösteren insanlardan oluşan bir dünya? İmkansız mıdır kardeş gibi yaşamak, her şeye rağmen?
Her insanın farklı olduğunu kabul etmenin, Her insanın değişik bir inanca sahip olduğunu, hatta inançsız olabileceğini anlamanın, bir canlıyı sevmenin şartları olmayacağını, beraber yaşamanın asla kötü olmadığını görmenin, her şeyin bir insanı sevmekle başladığını, birbirimizi öldürmenin sonu olmadığını fark etmenin, ölümün; her dilde, her dinde, her bölgede aynı acıları getirdiğini, ölümün saf acı olduğunu bilmenin yok mudur bir yolu?
Hz. Mevlana’nın tasavvufunda varlığın, yaratılışın ve hayatın manası Aşktır. Aşk ise Allah’ın vasıflarındandır. O’ndan başkasına âşık olmak da geçici bir hevestir. Yaratılışın sebebi, bütün hastalıkların tabibi, bencilliğin devası, elemlerin merhemi İlâhî Aşk’tır. Hz. Mevlana’nın kâinatı kucaklayan insan sevgisi ve hoşgörüsü, Allah’a olan hudutsuz aşkının ve Muhammedî feyze tam mazhar oluşunun tabiî neticesidir.
O bir Hak dostu ve Peygamber aşığıdır. Kendi zamanının en büyük müftüsü, sufi, arif ve âşıklarından birisidir. Hem kendi zamanını hem de kendinden sonraki zamanları derinden etkilemiş ve hala daha da etkilemeye devam etmektedir. Mevlâna, İslam dinini, şiir, sanat, raks, müzik yoluyla en ince yorumlayan kişidir. Düşünce, tecrübe, birikim ve duygularını, öğrencileri ve çevresi aracılığı ile sonraki nesillere aktarmıştır:
"Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır."
‘Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok.
Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.’
‘Herkes kendi zannınca dost oldu bana, kimse aramadı içimdeki sırları ama’
Hz. Mevlana, hayatı boyunca Kur’an hükümlerinin adabına riayet ederek, Allah’ın haram kıldığı şeylerden çekinmiş; kendi ilmini, irfanını, benliğini ve tüm varlığını Hz. Muhammed’in varlığında yok etmiş, gerçek takva sahibi bir şahsiyettir. Mevlâna, bir üstattır, bir filozoftur. Tek başına bir sistemdir, bir hayat ve düzendir. Ahlakı, ilmi, hikmeti, sevgisi, aklı, tavrı, idraki, davranışları ve her şeyi ile yüceliği öğreten bir hal abidesidir. Peygamber’in gerçek temsilcisi, aşkın ve aklın en yüksek öğesi ve gerçeğidir. Onun için, soyut bir Allah sevgisi yerine, somut bir sevgi, yani Hakk’ı halkta ve halkı Hak'ta sevmek gerekir.
Büyük bir Hak aşığı olan Mevlana, Aşkın efendisidir ve Aşkta yok olmuştur. Bizzat aşktır. Aşkın ne olduğunu soranlara;
"Benim gibi ol da bil, ister nur olsun, ister karanlık, o olmadıkça, onu tamamıyla bilemezsin." der.
Mevlana, bize hep mükemmel insan reçetesini sunar. Güzel ahlak sahibi, dürüst, çalışkan, alçak gönüllü, hoşgörülü, kısaca örnek insan olmanın yollarını anlatır. Özellikle Mesnevi’nin; kendisiyle, yaratıcısıyla ve dış dünyadaki bütün varlıklarla barışık, huzurlu ve mutlu insan olmanın tarifi üzerine kurulduğu açıkça görülür.
Mevlana, insanı, insan-ı kâmil çizgisinde, Kur’an-ı Kerim ve Hadis ışığında ele alır. O’nun insan anlayışı; Kur’an anlayışı ve İslam anlayışıdır. Kur’anda ifadesini bulan; “Muhakkak biz insanı en güzel biçimde yarattık...” ilkesi, Mevlana’nın da ilkesidir.
Mevlana, tefekkür dünyasını insan üzerine kurmuştur. Bunun için insanı yücelikten çıkartıp, cüceleştiren, insanı kâmillikten ayırıp, en sefil duruma düşüren hususlara ağırlık verir. Bu bakımdan insan tefekkürü içinde; aklı kullanmak, en önemli bir husustur.
İnsan söz konusu olunca ona değer katanın da akıl olduğunu unutmamak lazımdır.