ELİMİZİ TAŞIN ALTINA SOKMAYA MECBURUZ

Toplum; sen, ben, biz, siz ve hepimizden oluşur. Toplumu oluşturan unsurlardan; olmazsa olmazlarımız vardır. Her meslek, her uğraşı, her meşguliyet…başlı başına değerlidir ve bir kıymeti vardır. Şu meslek gerekli, bu meslek gereksiz deme lüksümüz yoktur. Her insanın, mutlaka her meslekteki ihtiyaçlara muhtaçtır. Berber, lokanta, manav, bakkal, öğretmen, avukat, hakim, doktor, temizlikçi, yazar, şair, şiir… olmadan hiç bir işimizi göremez, sonuç alamayız.

Toplum, sorumluluğu gerektirir. Her toplum bireyi, sorumluluğunu yerine getirmeli, üzerine düşen görevi aksatmadan yapmalıdır.

 İşleri başkasına havale ederek sorumluluğumuzu yerine getirmiş olmayız. Ben yapmayayım başkaları yapsın, ben elimi taşın altına sokmayayım başkaları soksun, ben terlemeyeyim başkaları terlesin, ben yorulmayayım başkaları yorulsun, ben emek vermeyeyim başkaları versin… bunları uzatabiliriz. Hepsi lafü güzaf kabilinden, hepsi mala ya'ni türünden boş şeyler.

Hak iddia etmek için sorumluluklarımızı yerine getirmek zorundayız. Sözümüzün olması için kendimizin de bir şeyler yapması gerekir. Yattığımız yerden gökten ne altın yağar ne de gümüş. Her şeye muhalefet etmek, öküzün altında buzağı aramak, bütün yapılanları tenkit etmek, hep karamsar bir tablo çizmek, yarısına kadar boş bardak demek… küçük beyinlerin, iş beceremeyenlerin, topluma şaşı bakanların işidir.

Nedense önce hak iddia ediyoruz. İş, sorumluluğa geldi mi; "yo, ben burada yokum. Bana ne hükümet yapsın, belediyeler çözsün, falan yetkili değil mi onlar hangi güne duruyorlar?” diyerek mangalda kül bırakmamanın anlamı yok.

Şunları mutlaka kendimize sormak durumundayız, daha doğrusu sormak zorundayız:

Benim bu çorbada tuzum var mı? Yani ben, ne kadar elimi bu ülke için, bu ülke vatandaşları için taşın altına sokuyorum? Bugün Allah için ne yaptım? Ne yapıyorum?

 Devlet, vatandaşı için gecesini gündüzüne katıyor; ben, bu işin neresindeyim? Evet, yapılan hata oluyor mu, oluyor. Pekiyi bu hatayı gidermek, en iyisini, en doğrusunu yapmak için bana düşen görevler nedir?

"Bir hata gördüğünüz zaman onu elle giderin. Buna gücünüz yetmezse dille giderin. Buna da gücünüz yetmezse kalben buğz edin” diyen sevgililer sevgilisinin bu ilkesine uyuyor muyuz?

Kur'an: "Niçin yapmadığınızı söylersiniz?”, "Kim zerre miktarı iyilik yaparsa onu görür, kim, zerre miktarı kötülük yaparsa onu görür”, "kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın”… der. Biz, bu ilkelerin neresindeyiz?

Bu sorulara ve ilkelere riayet etmedikçe, kendimizi ilahi potada eritmedikçe, Kur'an'ın ilkelerine gönül vermedikçe, toplumda huzur sağlanamaz.

Niçin çok konuşuyor, az iş yapıyoruz? Neden hep kendimizi haklı çıkarmaya, sütten çıkmış ak kaşık durumuna getiriyoruz? "Ölünceye kadar Rabbine ibadet et” emri, yaşadığınız müddetçe insanlara, topluma, ülkeye karşı sorumluluklarımızı yerine getirmeye mecburuz. İnsani değerimiz böyle artar. İnsanlar, bize, hizmetimiz, elimizi taşın altına sokmamıza göre değer verir. Değilse ne karakaşımız, ne boyumuz ve posumuza, ne de güzel kelam etmemize bakarak karar verir.  

 

 

Samimiyet!

 

Tertemiz bembeyaz tortusuz hayat,

Dostların geçtiği yol samimiyet,

Amasız fakatsız korkusuz hayat,

Yıkmayan dökmeyen yel samimiyet!

 

Alnı açık gezer dümdüz saflarda,

Hiç hilafı olmaz asla laflarda,

Her zaman her vakit gözü aflarda,

İnsanca uzanan el samimiyet!

 

Göründüğü gibi gezer dolaşır,

Gönüller fetheder cana ulaşır,

Muhabbetlerle her yana ulaşır,

Sevgiyle sarılan kol samimiyet!

 

Kafanın içinde art niyet yoktur,

Aslından süzülen berraklık çoktur,

İçilen süt gibi bembeyaz aktır,

Riyaları silen sel samimiyet!

 

Kalpleri fetheyle Yunus misali,

Bitmeyen vefada Yusuf emsali,

Mecnunlar içinde Leyla timsali,

Düpedüz dosdoğru kal samimiyet!

 

Elinle dilinle kimseyi kırma,

Şefkat kanadı ger ilgisiz durma,

Günahı setreyle yüzüne vurma,

Elif gibi dimdik ol samimiyet!


Yazarın Diğer Yazıları