DEPREMİN HATIRLATTIKLARI

Takvimler 17 Ağustos 1999'u gösteriyordu. Gece bir anda büyük bir gürültü koptu. Sanki kıyametten bir sahneydi. Her yer can pazarı. Etrafa kaçışanlar, korkanlar, ağlayanlar, sinir krizi geçirenler…

 

Adeta Marmara yıkıldı, hayaller suya düştü. 17 Ağustos Depremi, gerek nüfus yoğunluğu gerekse de ekonomik faaliyet açısından Türkiye'nin en önemli bölgesini etkiledi. Resmi rakamlara göre, depremde 18 bin 373 kişi hayatını kaybetti, 48 bin 901 kişi de yaralandı. 5 bin 840 kişi de kayboldu.

Acısının hala geçmediği belli. Rabbim bir daha böyle acılar göstermesin. Deprem, yangın, sel ve koronavirüs gibi afatlardan korusun.

Hiçbir insanımızın burnunun kanamasını kimse istemez. Bir insanın ayağına diken batması insan olanı üzer.

Deprem konusu gündeme gelince-ki gündemden hiç inmiyor- şu sorulara cevap vermemiz gerekir;

  1. Depreme dayanıklı binalar yapıyor muyuz? Yoksa hala görmezden gelerek, sel yataklarına, depreme davetiye çıkaran yerlere bina yapmaya devam mı ediyoruz?
  2. Kentsel dönüşümde ne kadar mesafe aldık? Bu hususta milletçe hükümete ve ilgililere ne derece yardımcı oluyoruz?
  3. Ülkemiz deprem kuşağında olduğuna göre depremle yaşamaya alışmak için hangi tedbirleri alıyoruz?
  4. Deprem sadece binalarda mı yaşanıyor? En büyük depremin beynimizde, ruhumuzda, gönlümüzde olduğunu biliyor muyuz? Biliyorsak, bu konuda hangi tedbirleri alıyoruz?
  5. 2020 yılının 14 Mart'ında büyük bir deprem yaşadık. Hala bu depremin sarsıntıları devam ediyor. Yetkililerimiz; "maske, mesafe, temizlik” diyerek durmadan uyarıyor. Buna rağmen hala vaka sayılarında artış, ölüm oranlarında yükseliş görüyoruz. Maske takmamak, sosyal mesafeye uymamak bir kul hakkıdır. Başkalarına zarar vermek, Müslüman olarak tevekkül anlayışına itibar etmemek demektir. Kurallara uymadığımız için kendimizi ve diğer insanları tehlikeye attığımızın farkında değil miyiz?
  6. Bencillik, nefsini düşünmek, aymazlık içinde olup topluma zarar vermek ne derece insanlıkla bağdaşır?
  7. Mankurt zihniyete sahip olmanın kimseye yarar sağlamadığı şuuru içinde miyiz? Ne zaman; bu ülkeye, insanlara hizmette yarışacağız? Ne vakit elimizi taşın altına koyma sorumluluğunu taşıyacağız? "Bana bir şey olmaz” deme hamakatını neden terk etmiyoruz?

****

 

 

Yavaş Yavaş

 

Hayat zakkumdur, zehirli bir aş,

Her insan dertli, derdiyle yoldaş,

Hep kendine dost, kendine sırdaş,

Ömür bitiyor, bak yavaş yavaş!

 

Elin üşüyor, ayakların da…

Donar her yanın, şakakların da,

Yüzün soluyor, yanakların da.

Güneş batıyor, bak yavaş yavaş!

 

Ömrü elif kıl, ölümü öldür,

Hayat boyu gül, canları güldür,

Sırat denilen, bu doğru yoldur,

Zaman gidiyor, bak yavaş yavaş!

 

Cennete girmek, hep elimizde,

Çektiğimiz dert, şu dilimizde,

Günahkâr olan bu halimizle,

Hayat yutuyor bak yavaş yavaş!

 

Mal engel cana, makamlarsa yük,

Dünyalık emval, bu sınav büyük,

Sırtlarda günah, boynumuz bükük,

Mezar yetiyor bak yavaş yavaş!

 

 

 

 

Engeller Ruhta olmasın!


Sağlam görünenler, komada hasta,

Yeter ki engeller, ruhta olmasın,

Kim bilir belki de, elemde yasta,

Bitmeyen engeller, rahta kalmasın!


Engellilerimiz, hepsi canımız,

Aynı bedendir, aynı kanımız,

Ayrı gayrımız yok, bunlar yarımız,

Göz pınarlarımız, sahte dolmasın!


Toprağımız aynı, suyumuz aynı,

Bayrağımız aynı, huyumuz aynı,

Hep Âdem'den geldik, soyumuz aynı

Merhamet duygusu, ahı bulmasın!




 

 

 

 

 

Ne Hale Geldik?

 

 

Ruh ahvali değişti, sanki bilmece,

Güneşleri kaybolmuş, bitmeyen gece,

Tutacak el kalmamış, hepsi düzmece,

Güneşleri kaybolmuş, bitmeyen gece!

 

Tüm kalpler kapkaranlık, ruhsuz nedense,

Gönüller darmadağın, beyinde pense,

Fikirlere kelepçe, hiç değmedense,

Düşünce aydınlatsın, nur olsun gece!

 

Sözler kurşun atıyor, canı yaralar,

Dil şirazeden çıkmış, dostu paralar,

Birbirine karışmış, aklar karalar,

Ne zaman sabah olur, açılır gece?


Yazarın Diğer Yazıları