Zahmetten Kaçarak Rahmete Ulaşılabilir mi?
AİLE VE MUALLİMLİK
FEDAKÂR, DAVA ADAMI EĞİTİMCİLERİMİZİN 24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ KUTLUYORUM
İnce Minaremizi İsteriz
İNSANIN KÖLELEŞTİRİLMESİ VE YENİDÜNYA DÜZENİ
FIRSAT
KURTULUŞ İSLAM’DADIR…
Üzerimize boca edilen kötü haberler
Bugünlerde araçlarda kış lastiğinin önemi ve zamanı
2025 yılında döviz kurlarında dalgalanmalar(volatilite) yaşanır mı?
Ebu’l-Ala el-Ma’arri’nin Risaletu’l-gufran Adlı Eseri
Beyşehir Gölü’nde Suyun ve Emeğin İzinde
ABD’nin Ortadoğu Haritası
Alfa Romeo Junior
Organize İşler
Konyaspor Sezonun En İyi Oyununu Oynadı
ÖCALAN SİLAH BIRAKIN DERSE NE OLUR?
KONYALISIN ETLİEKMEK
Hikâye vardır; gönle dokunur. Hikâye vardır; hayat dersi verir, mesaj doludur. Aslında her olay, her durum ve anlatım biz yaşayanlara ders verir, ders vermelidir. Eğer anlatılanlardan ders alınmıyorsa o zaman ölüden bir farkımız olabilir mi? Hayat, sadece bizim dar gözlüklerden bakmanın sonucu değildir. İşte böyle bir hayat hikâyesi dinledik Aydınlar Ocağı Salı sohbetlerinde.
Hafız Ahmet Çalışır doğumunun 55'inci, hizmetlerinin 40.yılı münasebetiyle hayatını, hatıralar eşliğinde anlattı. Şu cümleler döküldü kıymetli üstadımız, kardeşimiz, Konya'mızın medarı iftiharı Ahmet Çalışır'dan:
"Münevver insanların bir araya geldiği bir ocakta bulunmaktan fevkalade memnunum. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum. Çok teşekkür ederim. Ben hayatımda pek doğum günü kutlamış insan değilim. Daha bu seneye gelinceye kadar. Bu seneki doğum günüme kızım bir sürpriz hazırlamış. İlk defa böyle bir doğum günü kutlaması olmuş oldu.”
ANNE BENDE YANAKTA BİR ISIRIKTAN İBARET
Bu cümle beni yıktı. Gözyaşlarıma zor hakim oldum. Ön sırada oturmamış olsaydım eminim ki hüngür hüngür ağlardım. Birlikte okuyalım bu hazin hikâyeyi;
" Konya merkezde 1966 senesinin Aralık ayının 17'yi 18'e bağlayan gecesinde doğmuş. Bir Pazar günüymüş. Şeb-i Arûs olduğunu daha sonra aklımız erdikten sonra öğrendik. Annem, ben bildim bileli hasta bir hayat sürdü. Annemin böbrekleri iflas etmişti. Babam, elinden gelen her şeyi yapmış. Bendeniz yedi yaşında idim annem Hakk'a yürüdü. Bana anneyi tarif et deseniz;
-" Anne benim için yanakta bir ısırıktan ibaret!”
Yatakta yatıyor.. takati yok.. son demleri.. Gözleriyle işaret etti. Eğildim, yanağımdan öptü ama doyamadı. Bir daha koklayacağını düşünemedi herhalde, ısırdı yanağımdan. Anne bende o. Ondan bu tarafa bir şey yok! Biz iki kardeştik. Abim Mehmet, bendeniz Ahmet. Babamız çok geçmedi ve bir daha evlendi. İlkokul biter bitmez babam, dedemle birlikte beni götürdüler Uluırmak Kur'an Kursu'na yatılı olarak verdiler. Hafızlığımı Uluırmak Kur'an Kursu'nda yaptım.”
BEN ÇOCUKLUĞUMU HİÇ YAŞAYAMADIM
"Bir nimet olan ses ve mûsıkînin hafızlıkla birleştiği zaman anlamlı olduğunu kursta "sempatik bir talebe” olmaktan dolayı fark ettim. 1970'li yılların Konya'sında hem yoksulluk hem yoksunluk vardı. "13 yaşımda hafızlığımı bitirdim. Ama ne hafızlık dönemi.. Allah'ım ne güzel(!) dayaklar yedim!. Başarılı olmama rağmen yediğim falakaların haddi hesabı yok!
İşte formasyon noksanlığı, hocalarımızın biraz merhamet yoksunu olması… Hafızlığımın son dönemi çok enteresan geçti. Mûsıkîyle tanışmam ise Ahmet Büyüksakarya hocamla başladı. Ahmet hocamız 20-25 talebeyi alır. Onlara gereken ihtimamı gösterir. En sona beni bırakır. İlk mûsıkî talimimi Ahmet hocamdan aldım. Pencereden bakarım, çıkan çocuk, top oynar falan. Ben de çocuğum ya. Şimdi bana sorsanız çocukluk ne diye. Size tarif edemem. Ben hiç çocuk olmadım. Hafızlık müessesesinden gelen bizim jenerasyondaki arkadaşlarımızın çocukluk hakkı olmadı hiç. Yâni biz şımarıklık nedir bilmeyiz.”
"1980'li yıllarda İmam Hatip Okulu'nda okurken dinî mûsıkî dersi hocası Zekâi Kaplan vardı. Bir dersinde ney üflüyordu ve ben sonuna kadar dinledim. Neye olan merakım daha da arttı. Neylerin fiyatları 12-13 bin lira falan. Harçlıklarımdan biriktirdiğimiz parayla Emek İşhanı'nda stüdyosu bulunan ve daha sonra hocam olacak olan Sadreddin Özçimi'den bir masum ney aldım. İlk ney meşkimi Ali Erol'dan aldım ve sonra Sadreddin Özçimi'nin peşinden koşturur olduk. Hacıveyiszade Öğrenci Yurdu Müdürü Bekir Yiğit, beni, mûsıkî kabiliyetimden dolayı devamlı korur ve kollardı. Gönül adamı Fevzi Özçimi'den mûsıkî adına çok istifade ettiğimi söyleyebilirim. İlk Mesnevî-i Şerîf'i Üniversite Kitabevi'nde çalışırken rahmetli Fevzi amcadan hediye olarak aldım…”
Sözlerini;
"Mûsıkî vadisinde bir yarışma yapılsa, hâfız olan, hafız olmayana göre yarışa 100 km. önde başlar. Hâfız-ı kelâm olan iki kişi eşit şartlarda yarışa başlamışlarsa, o zaman enstrüman kullanan, kullanmayana göre 100 km. öndedir.” Dedi ve bir aşr-ı şerifle bitirdi.
Her bir cümlesinden kendime çok büyük dersler çıkarttım. O anlatırken, kendi çocukluğum, çektiğim çileler; annesiz babasız geçen günlerim gözümün önünde bir sinema şeridi gibi aktı! Hem öksüzlük ve yetimlik, hem de yokluk ve mahrumiyet anları!...
AİLE VE MUALLİMLİK
“KEŞKE” DEMEMEK İÇİN
NE KADAR SAMİMİYİZ?
MIZRAK ÇUVALA GİRMEZ
MANKURTLAR
SELÇUKYA NELER YAPIYOR?
GÖNÜL FATİHLERİ
16 KONYA EFSANESİ
ERENLER DÜNYASI
VAKT-İ MUHABBET