Başkalarının Kusurunu Örtmede Gece Gibi Ol

Biliyor musun?

Biliyor musun hiç, günahlar ferdî?
Sevinç de, elem de ayrı; dert; herkesin derdi.
Ne yaparsan yap, herkesçe görülecek,
Kaçış yok, karşılığı tastamam verilecek!
Bir gün bu dünyanın sonu gelecek,
Bazıları ağlayıp, bazıları gülecek!
Biliyor musun; güldüren de O,
Ağlatıp, öldüren de O!
İnsanlık tek ölçü; işlemez tekfir, kibir,
Biliyor musun, fakirin de, zenginin de kefeni bir!  

Mevlana; “Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol” derken ne anlatmak istiyor? Bunu yapmak kolay mı? Yani kusur örtmek, başkalarını affetmek, görmezden gelmek, bağışlayıcı olmak… “Mevlana bunu yapmış, biz yapamayız, o bambaşka bir insanmış!” mı diyoruz?
Eğer; Kurânî ifadeler, Peygamberî uygulamalar, tasavvuf erlerinin yaptığı güzellikler, ahlak sahiplerinin tarihe mal olmuş hasletleri sadece kitap sayfalarında kalacak, yalnızca onları ilgilendiren bir husus dersek o vakit, Kur’an’ı da, peygamberi de, İslam büyüklerini de anlamamış oluruz. Böyle bir anlayış temelden sakat ve çürük anlayıştır. Merhum Mehmet Âkif’in,
“İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!”
İkazına muhatap oluruz. Kur’an, bir hayat kitabı değil mi? O halde, onu okumadan, dediklerini yapıp, demediklerinden kaçmadıktan sonra bir yararı olur mu? Ne diyor Kur’an; “affa sarıl, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” Bu ifadeyi Mevlana nasıl terennüm ediyor;“Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol” şeklinde. Aynı cümleyi sevgili Peygamberimiz; “başkalarının kusurunu bu dünyada örtenin Allah ahirette günahlarını bağışlar.” Şeklinde dile getiriyor.
Büyük mutasavvıflardan İbrahim Ethem, yolda giderken gayri Müslim’in oturduğu bir evin penceresinden kadının biri, ateşli külü İbrahim Ethem’in tepesinden aşağıya boca ediyor! O büyük insan başını kaldırıp bir bakıyor ve “bu insana merhamet et, bilseydi yapmazdı, Allah’ım sana hamdolsun” diyerek, hiçbir şekilde sert bir tavır, kızgın bir çehre, öfkeli bir tutum sergilemiyor, üstünü silkeleyip yoluna devam ediyor. Bu durumdan son derece etkilenen gayri Müslim kadın, bu insanın kim olduğunu merak ediyor. Öğreniyor ki, zamanının büyük mutasavvıfı İbrahim Ethem bu insan! Bu büyüklük, bu tevazu ve bu affedicilik karşısında Müslüman oluyor!
Hz. Peygambere yapılan eza ve cefaları hepimiz biliyoruz. Namaz kılarken boynuna deve işkembesi mi atmadılar! Taif’te taşlamadılar mı? Hakaretler etmediler mi? O’nun cevabı; “Allah’ım bunlar bilmiyor, sen bunları bağışla!” oldu!
Mevlana bir gün yolda iki kişinin kavga ettiğini görür. Durur, bakar, dinler… ikisinin de dedikleri ipe sapa gelmeyen, incir çekirdeğini doldurmayan sözler! Ağzından efir nefir çıkan, küfürbaz adama şöyle der, “söveceksen bana söv. Sen sövdükçe benden hiçbir cevap alamayacaksın” diyerek adamı kendine doğru yönlendirir. O küfürbaz adam, Mevlana’ya ağza alınmayacak küfürler eder. Mevlana’da cevap yok. Adam daha fazla hiddetlenmeye başlar, daha çok küfreder. Yine cevap yok. Adeta Mevlana dilsiz, sağır ve kör! Bu durum karşısında küfürbaz adam; “be adam, ben seninle başa çıkamayacağım” diyerek kavgayı bitirir. Ve hayatı boyunca bir daha küfretmemeye yemin eder.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Tarihimizde o kadar çoktur ki bunlar! Zaten insanları İslâm’a yönelten husus budur. Gerçekten neyimizi paylaşamıyoruz? İnsanları affetmemek gibi hangi lükse sahibiz? Biz Allah’tan büyük müyüz? Eğer affetmeseydi Allah kullarını affetmezdi. Hepimizin o kadar çok kusuru, hatası, günahı var ki! Önemli olan karşımızdaki adama; “senin çok kusurun var” demeden önce; “benim ne kadar kusurum var” diyebilmek, insanlarda saman çöpü aramak yerine, kendimizdeki oklavayı ortadan kaldırmak gerekmez mi? asıl olan; empati kurmak. Zor değil, yeter ki aklımızı, hissimizin önüne alalım, hissimize mağlup olmayalım. Kullandığımız günlük konuşmalarımızdan; “sen hatalısın” sözünü çıkarıp, “benim hatam ne? Nerede hata yaptım?” diye kendimize sık sık soralım.


Yazarın Diğer Yazıları