Yazıma; yukarıdaki soruyla başlamak istiyorum. “Akıl Kiraya verilir mi?” benim aklım, senin aklın, onun aklı… bir başkası kiralayabilir mi? veya “Kiralık Akıl” nedir?
Kiralık akıl; insanların akıllarını kullanmamaları, okumamaları, düşünmemeleri, fikir ortaya atmamalarını anlatır.
Kiralık akılda; kendi aklımız yerine başkalarının aklı devreye girer. Bu, en çok tarikatlarda şeyhlerin; akıllı olduğu, en iyi düşündükleri, doğru akıl yürüttüğü, İslâm’ı en iyi onların bildiği, müritlerini cennete onların koyacağı, şeyhlerin veya hocaefendilerin şefaat edeceği, “şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” anlayışı, şeyh ne derse o olur, şeyh hata yapmaz, “şeyh uçmaz, mürid uçurur” fikri…üzerinde durulur. Kendisi okumayıp başkalarının okuması, kitap okumak lüks ve israf, kitaba para verilir mi? zihniyeti.
Kiralık akıl sahipleri; “git şunu söyle, ona sor bakayım o ne diyor, gerçekten de doğru söylüyor, o büyük, herşeyi iyi bilir, atalarımdan böyle gördüm veya böyle gördük” sözleri yaygındır. Kiralık akılda; kimse kendi aklını kullanmaz. Emanet akıl devreye girer, hata yapmaktan korkar, hatanın büyük bir suç ve hata yapanın büyük bir suçlu olduğu fikri yaygındır.
Kiralık akıl sahipleri; düşünmedikleri, akıllarını kullanmadıkları için herkesten şüphe eder, herkesi suçlu görür, hiçbir iş beceremezler. Durmadan; suçlu, günahkâr ve lekeli insan üretirler, her olayın altından bir anlam çıkarırlar, meselelere objektif yaklaşamazlar.
Kiralık akılda; halkın dini, Hak dinin yerine geçer, gelenekler din olur, hurafeler, batıl inanışlar, Kur’an’ın emir ve yasaklarının önünde yer alır. Kiralık akıl sahipleri; kendi hatalarını göremez, empati kuramaz, başkalarını sevemez, sevmek veya nefret; başkalarının iki dudağı arasından çıkacak söze bağlı.
Kiralık akılda; din en iyi istismar aracıdır. Fakire yardım ederken, kadınları kullanmak, onların cinsiyetinden yararlanmak, reklam aracı olarak kabul etmek, kadınlara ve fakir insanlara köle muamelesi yapmak en başta gelen bir unsurdur.
Akıllarını kiraya verenler; ibadetlerini gösteriş için yaparlar. Zekatlarını, sadakalarını, yardımlarını, “ne çok zekat veriyor, sadaka veriyor, hayır yapıyor, ne kadar da hayırsever, ön safta namaz kılıyor, elinden tespih hiç düşmüyor…” desinler içindedir.
Kiralık akıllılar; “el alem ne der”, “bir gören olursa”, “komşuya ayıp olur”, “babam darılır, annem küser, kardeşim konuşmaz”, “fitneyi uyandırma”, “eski köye yeni adet getirme”, “gittiğin yer körse sen de gözünü kıypa bak”, “aman ha fikrini söyleme”, “suya sabuna dokunma”, “sesini çıkarma, hiçbir şeye karışma”, “altta kalanın canı çıksın”, “seni ilgilendirmez”, “sana ne”, “giden ağam gelen paşam”, “kavgayı aralama, aracı yer dayağı”, “bırak ne halleri varsa görsünler”, “kötülüğü gidermek sana mı kaldı?”, “kendi başını bağlayamaz gider gelin başı bağlar”, “kendisi muhtaç bir gede nerde kaldı başkasına himmet ede”, “kendini düşün başkaları seni düşünüyor mu?”… sözünü sık sık söylerler.
Aklını kiraya verenler; Kur’anı süs olarak yükseklere koyarlar, ne okurlar, ne okuturlar ne de okuduklarını anlarlar. Kur’anın, “düşünmez misiniz? Akıl etmez misiniz? Tefekkür etmez misiniz?” ifadelerini görmezler veya görmezden gelirler. Kiralık akıllılar, kafalarını çalıştırmaz, beyinleri bir aksesuar olarak kafalarının içinde gizli kalır ve paslanır. Akıllarını kiraya verenler; olaylardan ibret almaz, meselelere boş gözlerle bakar, herşeyin altında çapanoğlu arar, affedici değillerdir, kendi kendileriyle kavgalıdırlar.
İlk icatları Müslüman Türkler yaptı. Dünyada ne kadar ilk varsa hepsi Müslüman Türk’ün eseridir. Ama sonradan Batı, bunlara sahip çıktı. Sahip çıkmakla kalmadı, geliştirdi, ilerletti… öyle bir zaman geldi ki; “Batı, her şeyin en iyisini yapar. Batı yaptıysa iyi, Türk yaptıysa kötü. Zamanla kendimizi, “hiç bir şey yapamaz, hiçbir şey beceremez…” olarak hakir gördük! Yani aklımızı Batıya kiraladık. Kendi gücümüzün farkına varamadık.
Bugün baktığımız zaman İslam ülkelerinde; bölünme, parçalanma, kopukluk, ilgisizlik, tembellik… kol geziyor! Suriye öyle, Irak öyle, Mısır öyle, Libya öyle… diğerlerinin devlet yöneticileri, batının kontrolünde, batı ne derse onu yapar durumda! Hiçbir lider çıkıp da, “Biz ne yapıyoruz? Neden aklımızı kullanmıyoruz? Ne zamana kadar batının aklını kullanacağız? Neden kendi aklımızla hareket etmiyoruz?” diye sorgulamıyor! Batı’yı sorgulayanları da, “adam kendi vatandaşlarını bıraktı, başka ülkelerle uğraşıyor, sana ne Avrupa’dan, İsrail’den, ABD’den… sen onlarla nasıl aşık atarsın? “One minute” diyerek, İsrail’e kafa tutuyorsun, sen kimsin? Sen şov yapıyorsun!....” diye suçlar aklını kiraya verenler!
Tarihte peygamberlerin yaptığı çalışmalar, ortaya koydukları mücadeleler bizlere örnek teşkil etmelidir. Kur’an; insanlardan; aktif, mücadeleci, kötülüklere sessiz kalmayan, olaylara karşı aymazlık içinde olmayan… bir üslup ister.
Peygamberler, “peygamberlik” görevi dışında bizim gibi aciz, ölümlü ve fani varlıklardır. Onların da hataları olur ve olmuştur. Onlar da; doğan, yaşayan, evlenen, çoluk çocuk sahibi olan, zamanı gelince ölen birer insandır. Durum böyle olunca nasıl olmuş da; tek başına yola çıkmış, her türlü kötülüğü ellerinin tersiyle bir kenara itmiş, her türlü; hakaret, her türlü saldırı, her türlü tehdit, her türlü kavga ve savaşa karşı dimdik ayakta durmuş ve doğru bildikleri yolda yılmadan, usanmadan devam etmişlerdir. Onlar da birer insan olarak kendi akıllarını kullanmış, İlahi emir ve direktifleri, hayatın olmazsa olmazları olarak kabul etmiş ve uygulamışlardır.
Tasavvuf büyükleri, din uluları da, aynen peygamberlerin yaptıkları gibi bir yol izlemiş, “Hak dava”da asla akıllarını kiraya vermemişlerdir. Başarının yolu; aklı kullanmak, aklıyla hareket etmek, İlahi mesajları hayat prensibi yapmak ve kararlılıktan geçer. Dünya; kararlı ve inançlı insanlarla kalkınır.