Dün yani 28 Şubat 2016, tarihe kara bir leke olarak geçen ve hafızalardan asla silinmeyecek olan “28 ŞUBAT’IN” yıldönümüydü! Bendenizin adına; “deligömleği” dediği 28 Şubat’ta; inananlara, vatanseverlere, ülkesi için can atanlara giydirilen bir gömlek!
Darbe yanlısı olmayan ve dini hassasiyetleri bulunan subay ve astsubaylar, 28 Şubat sürecinin en büyük mağdurları arasında yer aldı. Orduyla ilişiği kesilen bazı subaylar, lojmana giriş çıkışlarda başörtülü eşini bagaja sakladı.
Karargahta planlanarak apoletli medya ve statükoya hizmet eden sivil toplum kuruluşları aracılığıyla vatandaş üzerinde psikolojik harekat uygulandı! 28 Şubat; “postmodern darbe” adıyla yakın tarihe kara leke olarak düştü. Bu süreçte, yaklaşık bin 500 subay ve astsubay darbeye destek vermediği için 'irticacı' veya 'disiplinsiz' diye kodlanarak Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) uzaklaştırıldı. Dini hassasiyetleri nedeniyle subay ve astsubaylar haksızlıklara ve mağduriyetlere uğradı!
28 Şubat sürecinde eşi başörtülü olduğu için hem görev yerinde hem de lojman hayatında sıkıntı yaşayan subay ve astsubayların yaşadığı sıkıntılar tüyler ürpertiyor. O dönemde başörtülü asker eşlerinin lojmanlara giriş çıkışı yasaklandı şöyle ki; Lojmandan çıkmak mecburiyetinde kaldıkları zaman insan onurunu rencide edecek bir yola başvurmak zorunda kalmış. Önce eşini arabanın arka koltuğuna oturtmuş ve nizamiyeyi geçerken eğilmesini istemiş ancak çıkışına izin vermemişler.
Arka koltukta eğilmesi çare olmayınca eşinin üzerine battaniye örteyim de öyle çıkayım demiş. Ancak yine müsaade etmemişler. En sonunda arabanın bagajına koymuş eşini ve nizamiyeden öyle çıkabilmiş. Tekrar evine dönerken de eşini yine aynı şekilde bagaja koyarak nizamiyeden geçirmiş.
28 Şubat; 'TSK'da başarılı hizmetlerde bulunduğu halde cuntaya destek vermeyen ve dini hassasiyetleri bulunan tüm kadroların tasfiyesine yönelik başlatılan bir Milli Güvenlik Darbesi ve bir cadı avı”dır. Batı Çalışma Grubu etkin bir şekilde devreye girerek dindar subayları fişleyip üst komutanlara rapor etmiş, bir bakıma cunta kendi yapılanmasını kurmuştu.
28 Şubat darbecileri de kendinden sonra Silahlı Kuvvetler'in başına gelecek kadroyu kurarak görevi devretti. Sonradan o cunta; Ergenekon ve Balyoz'da ortaya çıktı. '28 Şubat bin yıl yaşayacaktır' dediler. Bunu; Darbelerin dayanağına dayanarak söylediler. Yani bunun yolu; kadrolaşmadır.
Balyoz Darbe Planı belgeleriyle yargı önüne çıkanlar, 28 Şubat zihniyetinin devamıdır. Yargı önünde olanlar 28 Şubat'ın yavrusudur.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı karargâhında kurmay başkanı tarafından yapılan bir toplantıda 'Besmele ile işine başlayan bizim için potansiyel tehdittir.” Diyerek, gerçek niyetlerini ortaya koydular!
28 Şubat sürecinde, başörtüsü taktığı için soruşturma geçiren, maaşı kesilen ve sürgün edilen emekli öğretmen, yaşadıklarını hafızasından silemiyor. 28 Şubat sürecinde Edirne İmam Hatip Lisesinde görev yaptığını, o dönemde derslere başörtülü girdiği için ilk olarak uyarı ve kınama cezası aldığını, o dönemde görevlendirilen müfettişler tarafından çeşitli cezalar verildiğini gözyaşlarıyla anlatıyor!
Bu soruşturmaların sonunda öğretmenliğe son verilme cezasıyla karşı karşıya bırakıldığından mecburi olarak peruk kullandığını, zor zamanlar geçirdiğini, büyük bir üzüntü ve esefle dile getiriyor.
Divan edebiyatını sevdiren kişi olarak tanınan Prof. Dr. İskender Pala, 28 Şubat sürecindeTürk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile ilişiği kesilmesiyle birlikte uzun süren mağduriyet dönemi yaşadı.
İskender pala şöyle diyor: “Nasıl bir manipülasyon yapıldı, nasıl insanlar kandırıldı ve kimlerin menfaatleri vardı. Hukuk önünde de bu temizlendiğinde de, Türkiye bir defa bacalarını temizlemek durumunda. Bu bir baca temizliği. Temizleyelim ve güzel bir hava sahası yaratalım. Özgür, herkesin demokrasiye inandığı, bir daha askeri darbelerin olmadığı ve insanların eşit haklarla adalet içinde hayat sürdükleri bir Türkiye."
Akif’in sorduğu “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?” sorusunun cevabı etrafında dönüp durmanın tarihi son yüzyıl Türkiyesi’dir! Esasında Akif soru sormamış, herkesin bu vatan için “feda” olabilme kudretine sahip olması gerektiğini söylemişti. Herkes kim? Bu vatanın gelişmesi için çabalayanlar mı yoksa her olumlu adımda çelmelerini uzatıp dev bir cüsseyi yere yatırmaya çalışanlar mı? Çıldırtılanlar, satın alınanlar, yoluna bakanlar…
İşte Türkiye’nin bütün darbeleri “bu cennet vatan uğruna kendini feda edebilecek” insanlara karşı yapıldı. Kendini feda etmek kör bir kurşunla ölmek demek değil! Türkiye’nin geleceğe daha güvenle bakması için iş ve fikir üretmek “feda” olmaktır. Derdinin derman edinenler feda olanlardır!
1980 darbesiyle paralel kurulan Partiya Karkeren Kürdistan (PKK) Örgütü, adeta bir şirket gibi hareket etmiş. Bu şirketin Anadolu’da görünen yüzü ise hep kan ve acı olmuştur. Arka plandaki esas şirketler PKK’yı hepimize karşı taşeron bir şirket olarak kullanmıştır. Bu örgüt kavimlerin arasından çekilince “kardeşlerin” daha net bir şekilde anlaşabildiği görüldü. İslam Kardeşliği yıllarca hep sözde kaldı, zira biz ne zaman İslam Kardeşliği adına adımlar attıysak Türkiye’nin dört bir yanına şehit cenazeleri geldi. Bizim peşmerge dediğimiz PKK üyelerinin çatışmada ölen kişileri de yine Türkiye’de yaşayan insanların cenazeleriydi.