28 ŞUBAT’IN APOLETLİ YAZARLARI

2001 yılıydı. Eyüp Anadolu İmam Hatip Lisesinde çalışıyordum. Okula başörtüsü yasağı geldi. Polisler okulun önünde duvar ördü ve başörtülü öğrencileri içeriye almadılar. Günlerce direniş eylemleri yapıldı. O zamanki Milli Eğitim Müdürü Ömer Balıbey okuldaki görevime son verdi. Eylemlere katıldım, öğrencilere destek verdim ve daha sonra Çığlık adını alan bir romanı yazmaya başladım. Olayları günü gününe hikâyeleştiriyor ve Akit gazetesinde yayınlıyordu.

Dayak yiyen, joplanan, yaşları küçük olmasına rağmen tutuklanan ve sorgulanan öğrencilerim oldu. Bunlar gazetelerde yer aldığı için Meclis bir araştırma komisyonu kurdu ve olayı yerinde incelemek üzere Eyüp Anadolu İmam Hatip Lisesine geldi.

DSP'li Burhan Bıçakçıoğlu, Saadet Partili Bahri Zengin ve Ak Partili Mustafa Baş, MHP'li Ali Keskin, DYP'li Nihat İlgün'den oluşan bir komisyon, gelip okulda mağdur öğrencileri dinledi, notlar aldılar, Fahri Korutürk Caddesinde eylem yapan öğrencileri gördüler ve gittiler.

Ertesi gün gazetelerde komisyon başkanı DSP'li Burhan Bıçakçıoğlu'nun demeci vardı. Milliyet ve Posta; Bıçakçıoğlu'nun sözlerini manşet çekmişlerdi:

"Dayak yiyen, zulüm gören, tutuklanan öğrenci görmedim. Olayları bir grup porovake ediyor. Hangi okula gittiysek aynı adamlarla karşılaştık.”

Haberin kaynağı Anadolu Ajansı idi.

Akit'e gidip olayları takip edip haberleştiren muhabir Kenan Kıran'la görüştüm.

"Kenan, böyle bir şey nasıl olur, bu adam her şeyi gözü ile gördü, öğrencileri bizzat dinledi. Çocuklar, polisten yedikleri dayakları belgeleyen doktor raporlarını bizzat adama verdiler. İnanılacak şey mi?”

Kenan dudağını ısırdı. Başını iki yana salladı. Bakışlarını bana çevirdi:

– Sen yarınki manşeti gör. Adamın söyledikleri müthiş. Kelepçeli öğrencileri gördüm, dayak yiyen öğrenci raporlarını aldım, öğrencilerin okula girmesini polis engelliyor, diyor.

– Tam aksi... İnanılır gibi değil!

– Bak, dedi Kenan Bey.

Önündeki bilgisayar ekranında yer alan beyanatı gösterdi.

Masanın öbür ucunda oturan genç gazeteci Ali Odakoğlu, bakışlarını bana çevirdi:

– Bu medya her şeyi yazar hocam, dedi. Ahlak yok, Allah korkusu yok. Her şaklabanlık var bunlarda. Parayı bastır, analarına bile iftira atarlar.

– Komisyon çalışmaları sırasındaki tutumu son derece olumluydu. Öğrencileri ve velileri tek tek dinledi, doktor raporlarını dosyaya koydu. Gitti, sokakta polis barikatı önünde yığılan ve okula sokulmayan öğrencileri bizzat gördü. Anadolu Ajansı gibi köklü bir kurum, bunu nasıl yapar? Milletvekili adına, nasıl yalan haber uydurur? Olacak şey değil! Hayret ki ne hayret!”

-Yalanlarını yüzlerine vuracağım hocam. Utanma varsa kızarırlar, dedi Kenan.

Haber ertesi gün Akit'te yer aldı.

Anadolu Ajansı muhabiri, Posta ve Milliyet'te yalan manşet çekenler utandılar mı, bilmiyorum.

Bu olay, bana medyanın yaşadıklarımızın tam tersinin medyada haber yapılabileceğini gösterdi. Kimi medya, haber vermek yerine psikolojik savaş yapmayı tercih edebiliyordu.

Meclis'ten kız öğrencilerin üniversitelere başörtüsü ile girebilmeleri için kanun çıktığının ertesi günü Hürriyet gazetesinin manşeti şöyleydi:

"KAOSU KALKAN 411 EL”

550 milletvekilinin büyük bir çoğunluğu, üniversitede kılık kıyafeti serbest bırakan bir yasa yapmıştı. Medyanın amiral gemisi olayı tarafsız bir şekilde haber yapmak yerine milletvekillerinin kaos kanunu yaptığını söyleyerek haberleştiriyordu.

28 Şubat 1997 sürecinde Milli Güvenlik Kurulu, DYP-Refah Partilerinden oluşan hükümete muhtıra vermiş, sonucu hükümet partilerinin değerlendirmesine bırakmıştı.

O zamanki Deniz Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Güven Erkaya şöyle demişti:

"Silahlı kuvvetler yapacağını yaptı, artık iş silahsız kuvvetlere kaldı.”

Hürriyet gazetesi Erkaya'nın sözlerini manşetten başka türlü duyuruyordu:

"Gerekirse silah kullanırız”

Paris banliyösünde olay çıkmış, mini etekli bir kız öldürülmüştü. Haberi Hürriyet gazetesi yazarı Özdemir İnce haberleştirmiş, mini etekli kızın irticacı Müslümanlar tarafından diri diri yakıldığını yazmıştı. Haberi dikkatle okudum. Kızın Müslümanlar tarafından öldürüldüğüne dair hiçbir bilgi yok ama manşet dindar Müslümanları suçluyordu.

28 Şubat'ın civcivli günlerinde Star televizyonu haber sunucusu Uğur Dündar, Konya'da başörtülü kadın doktorların erkek bir hastanın testisli röntgenini çekmediğini ve hastayı mağdur ettiğini köpürte köpürte haberleştiriyordu.

Olay elbette yalandı. Doktorlar, Uğur Dündar'a dava açtılar.

Yine 28 Şubat sürecinde Marmamara Üniversitesi önünde başörtülü öğrenciler okula alınmadıkları için eylem yapan kız öğrencilere, gazeteci Fatih Altaylı "fahişeler” diyerek hakaret etti. Altaylı, bu deni yorumlarından dolayı mahkemeye verildi ve mahkûm oldu.

Uğur Dündar da doktorlara hakaret ettiği için mahkemede mahkûm oldu.

General eskilerini kışkırtan medyadaki apoletliler yargılanmayacak mı? Köşelerinde yazarlık taslamaya devam mı edecekler? Eğitimci/ Yazar ALİ ERKAN KAVAKLI'dan alıntı.

 

Sevmiyorum!


Allah dostlarına düşman olanı

Sevmiyorum asla sevmeyeceğim,

Din ü imanıma kinle dolanı,

Sevmiyorum asla sevmeyeceğim!

 

Kutsal ezanıma yan bakanları,

Minarelerime çan takanları,

Darbeler yaparak can yakanları,

Sevmiyorum asla sevmeyeceğim!

 

Vatanseverleri sevmeyenleri,

Mana erlerini övmeyenleri,

Şeytanı başından savmayanları,

Sevmiyorum asla sevmeyeceğim!

 

Fakir ve yoksula kafa tutanı,

Kibir dağlarında caka satanı,

Firavunca kakıp o'nla yatanı,

Sevmiyorum asla sevmeyeceğim!

 


Yazarın Diğer Yazıları