YENİDEN OSMANLI OLMAK

Yaşadığımız zaman dilimi itibariyle insanlık tarihinin en büyük değişim ve dönüşüm sürecine tanık olduğumuz tartışılmaz bir gerçektir. Bu sürecin nihayetinde yepyeni bir dünya ve bu dünyaya ait değerlerle şekillenmiş bir insanlık serüvenine tanık olacağız. Söz konusu yenidünyanın şekillenmesiyle birlikte geçen yüzyılın alışılmış tüm kavram ve değerleri tarihin karanlığına karışırken yenidünya kendi değer ve kavramlarıyla şekillenecektir. Söz konusu bu şekillenme geçen yüzyılın kan ve gözyaşından beslenen batılı değerleri geri dönüşüm kutusuna gönderirken yenidünya daha adil, daha yaşanabilir, daha paylaşımcı bir kimlik üzerinden şekillenme arzusu taşıyacaktır. Yenidünya düzeninin bu arayışına cevap verebilecek olan tek sistem İslam'dır. İslam insanlığın içine düştüğü kapitalist tüketimci sistemin yaralarını tedavi edebilecek olan tek ve yegâne inanç sisteminin adıdır.

Yenidünya düzeninin her gün biraz daha kendi gerçekliğini bize hissettirdiği bu süreçte Türkiye'mizin konumu mevcut gelişmelerin şekillenmesinde anahtar rol oynamasına imkân vermektedir. Her gün daha çok ekonomik değerlerin ve kazanımların doğu ya yöneldiği bu süreçte Türkiye adeta bulunduğu konumla dünya dengelerinin değişim sürecini yöneten bir maestro konumundadır.

Söz konusu pozisyonumuz aslında 7 asır önce dünyamızın tanık olduğu Osmanlı Devleti'nin doğum sürecinden hiçte farklılık göstermemektedir. Tanık olduğumuz olaylar adeta bizleri bir zaman tünelinden geçirerek 7 asır öncesi gelişmelerle zihinsel ve duygusal bağlar kurmamıza imkân sağlamaktadır.

Yedi asır önce bir uç beyliği olan Osmanlı Devleti o dönemdeki coğrafi, ekonomik, kültürel ve siyasi dinamikleri ustaca kullanarak bir cihan imparatorluğuna dönüşmüştü. Osmanlı kurulurken Batı'da Haçlı seferlerinden umduğunu bulamayan Orta Çağ Avrupası ile Anadolu ve Balkanlar'daki gücü giderek azalan Bizans yer alıyordu. Doğu'da ise Moğol istilalarıyla paramparça olmuş bir İslam dünyası vardı.

O çağın süper gücü konumundaki aktör Moğollardı. Moğollar, Cengiz Han'ın (1162 - 1227) bayrağı altında 1206'da harekete geçerek 1296'ya kadar süren işgallerle Çin, Sibirya Ovaları, Orta Asya, Doğu Avrupa ve Küçük Asya'ya (Anadolu) kadar büyük bir coğrafyayı ele geçirdi.

Tarihçilerin Moğol Barış Çağı olarak adlandırdığı bu süreçte sayesinde Avrasya ekonomisi küreselleşti.

Gerçekten de Moğol istilaları Büyük Avrasya coğrafyasında Kuzey'den Güney'e doğru Sibirya'dan Anadolu, İran, Suriye ve Mezopotamya'ya; Doğu'dan Batı'ya da Japonya, Kore, Hindistan, Çin ve Rusya'dan başlayıp Macaristan, İtalya, Sırbistan ve Bulgaristan'a kadar siyasi ve ekonomik güç haritasını dönüştürmediği bir ülke bırakmadı.

1299'da kurulan Osmanlı Devleti, Moğol istilalarının etkisini yitirdiği 1296'dan sonra darmadağın haldeki İslam dünyasının Batı'daki en güçlü bayraktarı olarak yükseldi. Tıpkı o zamanda da Bizans tıpkı bugünkü Avrupa Birliği gibi ömrünü tamamlamıştı.

Osmanlı'nın kurulduğu ve yükseldiği Anadolu, 12'nci yüzyılda ekonomik refahın merkeziydi. Her tür canlı hayvan, kürk, dokuma ve ipek ticaretinin yapıldığı Maraş ve Kayseri arasındaki bölge adeta uluslararası bir fuar gibiydi. Ayrıca yine o zamanda da Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu parçalanmış, siyasi istikrarsızlığa boğulmuştu. Dolayısıyla istikrarsızlaştırılmış Balkan, Orta Doğu ve Kafkas coğrafyaları arasında adeta bir barış adası konumundaydı.

O zamanda dünyamızın kan dökücüleri Moğollardı. Bugünse Batıdır.

Bunları şöyle özetleyebiliriz...

1) En güçlü silahımız olan coğrafyamızın uluslararası siyaset ve ticaretteki vazgeçilmez üstünlüğü,

2) Geçmişten tevarüs ettiğimiz jeo-kültürel miras,

3) Yerli savunma sanayii hamlesi ile

4) Yeniden dirilişe önderlik eden kurucu siyasi iradenin kararlılığı.

Bu dört dinamik sayesinde Türkiye, 20 yıl gibi kısa bir sürede Anadolu ülkesinden bir dünya devletine dönüşmeye başladı. Türkiye Cumhuriyeti üzerinde bulunduğu coğrafyanın tarihi ve kültürel dinamikleri ışığında kendi gerçeğini inşa etmeye başladı.

Bugün tüm dünyanın gördüğü ve ifade ettiği bu gerçeği yalnızca bizler kendi insanımıza anlatmak ve kabul ettirmekte büyük zorluklar yaşıyoruz. Çünkü insanımız ne yazık ki aradan geçen yaklaşık 150 yıl gibi bir zaman diliminde büyük olma duygusu ve refleksleri yok edilmeye çalışılmış bir toplumdur. Dolayısıyla Türk milletinin kendi gerçeği ile yüzleşebilmesi ve bunu kabul edebilmesi için ciddi bir kültür ve eğitim hamlesine ihtiyaç vardır.

 


Yazarın Diğer Yazıları