AVRUPA’NIN KARANLIK TARİHİ

 

İçinde bulunduğumuz 21. YY. ‘da Avrupa adeta dünyaya kötülüğün, ahlaksızlığın, sapkın anlayış ve yaşam tarzlarının bir pazarlama merkezine dönüştü. Yola, bilim, sanat, insan hakları, demokrasi ve eşitlik gibi kulağa hoş gelen söylemlerle çıkan bizim gibi tarihini ve medeniyetini inkâr etmiş milletlere de rol model olarak tanımlanan Avrupa adeta bugünlerde bir çürümüşlüğün, içi geçmişliğin ve bataklığın merkezi görüntüsü veriyor. Peki, Avrupa medeniyetini buraya taşıyan tarihi arka planındaki gerçekler nelerdir? İşte bu sorunun cevabını bulmakta çok da zorlanmıyoruz. Avrupa'nın biraz geçmişine odaklandığımızda bugün tanık olduğumuz bu batak görüntünün aslında tarihi arka planında yatan çarpıcı gerçeklerle büyük bir ilgisi olduğuna tanık oluyoruz.  

 

M.S 375'te Türklerin Orta Asya'dan başlattıkları büyük göç hareketi Karadeniz'in kuzeyinden Avrupa'ya ulaşması ile Avrupa'da Kavimler Göçü olarak nitelenen büyük göç hareketleri yaşanır. Bu göçlerin doğurmuş olduğu sosyal ve siyasal çalkantılar M.S. 476 yılında Roma İmparatorluğu'nun dağılmasına neden olur. İşte böylelikle Avrupa'da devlet otoritesinin ortadan kalktığı Karanlık Çağ yani Orta Çağ başlar. Bu karanlık çağın inşasında en etkili unsur da Vatikan kilisesi olur. Devlet otoritesinin ortadan kalktığı bu süreçte boşluğu kilise doldurarak kendi dini otoritesini hâkim kılar.  

 

Kilisenin söz konusu hâkimiyetinin arkasında yatan en önemli sır ise eğitimi kendi kontrolü altına almış olmasıdır. Eğitim artık sadece kilisenin kontrolünde ve bazı seçilmiş kişilerin elde edebileceği bir ayrıcalık olmuştur. Yani halk cahil bırakılarak kilisenin hurafelerinden ve toplum zihninde oluşturduğu korkular üzerinden insanlar kontrol edilmek istenmiştir. Halk her gün zorlaşan hayat şartları ve açlık tehlikesi karşısında eğitimi düşünmekten tamamen uzaklaşmış. Can derdine düşmüştür. Eğitim din adamları ve soylulara ait bir ayrıcalık halini almıştır. Bundan dolayı halk cahilleştirilerek köle haline getirilmiştir. CEHALET = KÖLELİK.

 

Devlet otoritesinin yok olması büyük arazi sahibi feodal beylerin elinde halkın köleleşmesine ortam hazırlar. Halk büyük toprak sahibi feodal beylerin hâkimiyeti altında yaşıyor, onun topraklarını ekiyor ve kazancı ona veriyorlardı. Onlarda buna karşılık köylüye ölmeyecek kadar gıda aynı zamanda askerleri ile güvenlik sağlıyordu. Köylü aynı zamanda lordlar arasında çıkan savaşlarda onlar için askerlik yapmakla da sorumluydu.

 

Orta Çağ'da mahkemeler, yalnızca insanları yargılamak için kurulmuyordu. Dönem içerisinde sanığın bir hayvan olduğu 85 mahkeme kaydı bulunuyor. Böceklerden büyük başlara kadar tüm hayvanlar, uygun görüldüğünde yasaları ihlal etme şüphesiyle mahkemeye çıkarılıyordu. Bu mahkemelerde en sık yargılanan hayvan ise insan vücutlarını kemirmekten çocuk yemeye kadar birçok suça karışan ve hüküm giyen domuzlardı. Mahkemeye çıkarılan bu domuzlar genellikle suçlu bulunuyor, asılarak ya da kazığa bağlanıp yakılarak idam ediliyordu.

 

O zamanlar futbolun herhangi bir kuralı yoktu ve tüm köyde sayısız oyuncuyla oynanabiliyordu. Bu sebeple genellikle tekmelenen top değil, karşı takımın oyuncuları oluyordu. Gol atmaya çalışan bir oyuncuya, adam öldürmek dışında her şey mubahtı. Bu kuralsızlıkların getirdiği ölüm ve şiddet sebebiyle Kral II. Edward'ın bu sporu yasakladığı ifade ediliyor. Şifa niyetine insan ve hayvan idrarının içilmesi, engizisyon mahkemelerinin ölüme mahkûm ettiği kişilerin cesetlerinin bazı yerlerinin yenilmesi, kanlarının içilmesi gibi daha birçok akla ziyan tedavi yöntemlerine inanılıyordu. 

Akıl tutulmasının yaşandığı bu çağın en büyük kurbanları ise kadınlardı. Cadılar; mevsime bağlı kıtlık, salgın hastalıklara bağlı hayvan ölümleri, kaybedilen savaşlar gibi akla gelebilecek her kötü olayın sebebi olarak görülürdü. Çünkü yaşanan çağın imkânsızlıkları kadınların bir takım istidatlar geliştirmelerine de neden oluyordu. Bunlar ebelik, simyacılık, hastalıkların tedavisi vb. şeylerdi. Ancak kilise toplum üzerindeki mutlak otoritesine karşı bu tarz bilgi birikimi olan insanların bir tehdit oluşturduğunu düşünüyordu. Onları, büyücü olmak, şeytana ruhunu satmak, onlarla işbirliği yapmakla suçlayacaktı. Kilise genel anlamda bu sürece dâhil olan tüm kadınlar için cadı adlandırmasını yapar. İnsanların temizlenmesi asla hoş görülmezdi. Temizlenmenin bir kibir alameti olduğu kabul edilirdi. Temizlik onlara göre eski Roma'nın hamamlarında gerçekleştirilen bir pagan ritüelinden başka bir şey değildi. Bu anlayış toplumda büyük veba salgınlarına neden olmuş pek çok insan bu nedenle hayatını kaybetmişti.

El hasıl daha neler neler. Saymakla, anlatmakla bitiremeyeceğimiz, satırlara sığmayan bir akıl tutulması yaşamış Avrupa aslında bugünlerde aslına rücu etmekten başka bir şey yapmıyor. Bugün insanlık tarihin hiçbir evresinde olmadığı kadar İslam'ın ve son Nebi'nin rehberliğine, hakikatlerine muhtaç…


Yazarın Diğer Yazıları