İNSANIN KÖLELEŞTİRİLMESİ VE YENİDÜNYA DÜZENİ

İnsan yaratılış itibariyle sosyal bir varlıktır. Hem kişilik ve ruhsal gelişimini tamamlayabilmek hem de temel hayati ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına hem cinsleri ile bir arada yaşamaya ihtiyacı vardır. Bu nedenle ilk sosyal birlikteliklerle birlikte artan nüfusa göre insan toplulukları içerisinde sosyal sınıflar ve görev bölümlenmeleri gerçekleştirilmiştir. Yeteneklerine göre kimi güvenlikle, kimi ticaretle, kimi tarımla kimi ise yönetimle sorumlu oldular. Ancak en baskın olan kural üreten ve bu kuralları topluma dikte etme yeteneği olanlar yani alfa karakterler yönetici oldular. Kurallar sosyal topluluklar içerisinde her zaman için alfa olarak tanımlanan baskın kimlikler tarafından oluşturuldu.  

 

Alfalar, elde ettikleri iktidarın, gücün kalıcılığını sağlayabilmek adına kendisine sadakatinden şüphe etmeyeceği insanları seçerek bunları elindeki imkânlarla onları yemlediler. Aynı şekilde iktidarını tehdit edebilecek her hangi bir gelişmeye karşı da askerler yetiştirdiler.  Yöneticiler belki toplumda adaleti, huzur ve güvenliği sağlamak adına samimi olsalar da zamanla iktidarı devrettikleri nesiller içerisinde güç tutulması veya sarhoşluğu diye tanımlayabileceğimiz rahatsızlıklara müptela olan yetersiz karakter sahibi kişiler tarafından söz konusu güç toplum için bir zulüm ve işkenceye de dönüşebildi.

 

Bu kişiler iktidarlarını sağlamlaştırabilmek adına zorbalığa, büyüye, cinlere, ilahi referanslara başvurarak tanrının oğlu olmak veya onun adına karar almak gibi iddialarla egemenliklerine meşruiyet kazandırmaya kalkıştılar. Farklı coğrafyalarda farklı sosyal birliktelikler farklı soy ve kan bağına bağlı olarak gelişmesinden dolayı daha fazla toprağa, daha fazla su kaynağına sahip olmak isteyen gruplar birbirlerini düşman ilan etmeye ve savaşmaya başladılar. Çünkü iktidarın getirdiği güç tutkusu öyle bir şeydir ki eğer toplumu yönetenler sağlam bir karaktere sahip değilseler veya bu işi insani kaygılarla yerine getirmiyorlarsa zamanla ellerinde bulundurdukları gücün onlara kazandırdığı öz güvenle hep daha fazlasını daha fazlasını isteyecekler ve sonunda tüm dünyanın iktidarını ele geçirip ebedi hâkimiyet sağlamayı amaçlayacaklardır.

İnsanoğlunun yeryüzündeki binlerce yıllık tarihi serüveninde yüzlerce devlet ve medeniyet kuruldu ve yıkıldı.  Ancak temel insani refleksler hep aynı kaldı. Hep iktidarı elinde tutan ve kendi kurallarını geliştiren zorba yönetimler bu sistemin hâkim güç unsurları tarafından yemlenen bir orta sınıf. Birde sistemin ihtiyacı olan temel üretimi emeği ile karşılamak zorunda kalan alt sınıflar. Her ne kadar tarih boyunca bizler yönetim tarzlarına demokrasi, monarşi, totaliter sistem, sosyalizm, faşizm gibi farklı isimler yakıştırsak da tüm yönetimler insan doğası gereği bu tanımını yaptığımız çerçevenin dışına çıkamadılar.

Aslında neden insanlık tarihinde peygamberler var? Neden birileri tarihi süreçte yeryüzünde Allah'ın otoritesinin esas olması gerektiğine dair bir mücadele veriyor? İşte bu soruların cevabı bahsettiğimiz insan tabiatından kaynaklanan arızalardan kaynaklanıyor.  Ancak toplumlar ve onları yöneten yöneticiler gerçek iktidarın ve bu iktidarın ortaya koyduğu kuralların yalnızca ve yalnızca ezeli ve ebedi olan aynı zamanda gücünde gerçek sahibi olan tek ve bir Allah'a ait olduğunu kabul edebilirler ve bu inanç üzere sistemi sürdürebilirlerse o zaman durum farklı olacaktır. Ancak gücün kaynağını kendinden bilen ve toplumsal kuralları insan aklına göre oluşturmayı en tabi hakkı olarak gören her yaklaşım tarihte yaşanan gerçeklerle de sabittir ki insanlık için kan ve gözyaşından başka bir kazanç sağlayamayacaktır.

Toplumların ortak hedefler ve planlamalar çerçevesinde uyumlu ve organize hareket edebilmeleri için ortak akıl üretmeleri gerekir. Ancak insan sayısınca farklı akıl ve planlar ortaya çıkınca yine bu durum çatışmaların çıkmasını kaçınılmaz kılar. Sonuçta tabiatı gereği her insan kendince farklı ve kendi özgün fikirlerle kurallar üretmeye kalkacaktır. İnsanlar şeytani aklın en büyük tuzağına düşerek farklı akıllar çerçevesinde bölünür ve parçalanırlar. Sonrada savaşırlar. Savaşı kazanan baskın güç artık devletin ve toplumsal yaşantının tüm kurallarını kendi aklınca oluşturmayı kendisinin en temel kazanılmış hakkı olarak görür.

Tarihi tecrübelerle sabittir ki eğer halk ve iktidar sahipleri gerçek gücün ve iktidarın ancak ancak sonsuz kudret ve kerem sahibi Allah'a ait olduğuna iman etmez ve yer yüzündeki kendi tasarruf alanlarının ancak O'nun kukunca gerçekleştirmeleri gereken bir vasıta olduğunu kabul etmezlerse sonuç rejimin adı ne olursa olsun hep kan ve göz yaşı olmaktan başka bir netice vermeyecektir.  


Yazarın Diğer Yazıları