KAYI BOYU ve KÂBE MUHAFIZLIĞI

 

 

Türk tarihinde İslamlaşma çok farklı zamanlarda aşama aşama gerçekleşmiş olmasına karşın Arap Yarımadasına İslamiyet'ten çok önce göç ederek orada yaşamını sürdüren Kayı boyuna mensup Süreyç kabilesinin ilk Müslüman Türk sülalesi olduğu bilinmektedir. Bu durum Türklerin İslam'la tanışmaları ve İslamiyet'in yeryüzünde yayılması sürecine hizmetlerinin İslamiyet'in en erken evrelerine kadar uzandığını göstermektedir.


216 yılında Büyük Hun Devleti'nin Çin tarafından yıkılması sonrasında Türkler Orta Asya'da 150 yıl kadar devletsiz kaldıkları bir dönem yaşamışlardır. Türklerin devletsiz kaldıkları dönemde gerçekleşen Çin baskıları Orta Asya'dan özellikle batıya ve güneye doğru büyük göçlerin yaşanmasında etkili olmuştur. Ak Hunlar Devleti (Eftalitler) işte söz konusu yoğun göçler sonrasında oluşmuş bir devlettir. Ak Hunların sınırları 400'lü yıllarda Hazar Denizinden Maveraünnehir'e kadar uzanacak kadar genişlemiştir.

Akhunlar'ın kuruluşu, Göktürklerin çatısı altında toplanmaya başladıkları zamanlara denk düşer. İşte bu aşamada Doğu Göktürk idaresini elinde bulunduran İstemi Yabgu İpek Yolu ticaretinden daha çok pay alabilmek adına Sasani Devleti ile anlaşma yaparak Ak Hun Devleti'ne karşı ortak saldırılar düzenlemeye başlamıştır. İki devletin anlaşmalı ortak saldırılar sonucunda Ak Hun İmparatorluğu yıkılmış ve toprakları iki devlet arasında paylaşılmıştır. Bu olay sonrasında Ak Hun Devleti topraklarında barınan pek çok Türk boyu bölgeyi terk etmek zorunda kalır. (567)

İşte Kayı boyunun Arap Yarımadası'na yolculuğu tam da bu aşamada başlıyor. Kayı boyu mensupları ticari ilişki içerisinde oldukları, kendileri için çok da fazla yabancı olmayan Mekke'yi tercih etmişlerdir.

Süreyç kabilesi özellikle savaşçı ve cesur karakter özelliklerinin yanı sıra demir işçiliğindeki maharetleri ile kısa zamanda Arap Yarımadasında isimlerini duyurdular. Bu sürecin sonunda da bölge kabileleri için son derece saygın bir sorumluluk olan Kâbe'nin güvenliği görevini üstlendiler.

Süreyç Kabile Reisi Osman bin Talha'nın İslamiyet'le şereflenmesi Hudeybiye olayına tesadüf eder. Hudeybiye'de ashab-ı kiramın Efendimiz (sav)'e olan muhabbetine ve sadakatine tanık olan Osman bin Talha onlara hayran kalır. İlerleyen süreçte hicretin sekizinci yılında Mekke'nin fethinden önce Halid bin Velid ve Amr bin As ile birlikte Medine'ye gelerek Rasûlullah (s.a.v)'in huzurunda kelime-i şehadet getirir. Böylelikle kendisi Mekke'den Medine'ye hicret eden muhacir sevabı kazanan sahabelere dâhil olur.

Osman Bin Talha Kabe'nin anahtarlarını Efendimiz (sav)'e Mekke'nin fethi sonrasında teslim etti. Kâbe'nin kapısını açıp birlikte Beyt-i şerîf'in içine girdiler. Şükür secdeleri yaptılar ve dışarı çıkınca Rahmet Peygamberi efendimiz, "Allah'u Teâlâ size emanetleri ehline vermenizi emreder... âyet-i celîlesini okuyarak Kâbe'nin anahtarlarını tekrar Osman bin Talha (r.a.)'a verdi. Daha sonra (sav) kendisine,

"Ey Ebu Talha Evladı! Ceddinizden kalma olan emaneti size payidar ve baki olmak üzere alınız. Bunu zalim olmaksızın hiçbir kimse alamaz.buyurdu. (Hayaîü's Sahâbe / M. Yusuf Kândehlevî)

Osman Bin Talha, o günden sonra Kâbe'nin koruyuculuğuna devam etti ve Mekke'nin fethinden sonra Huneyn savaşına katılarak İslam ordusu ile birlikte cihat etti. Bu savaştan bir süre sonra Efendimizin yanına Medine'ye gitti ve Efendimizin vefatından sonra tekrar Mekke'ye döndü. Dört halife devrinde İslam ordularının cihatlarına katıldı. 662 yılında Mekke'de vefat etti. Kâbe'nin kayyımlığı Osman Bin Talha'dan sonra da Süreyciler kabilesi tarafından devam ettirildi. (Tabakât-ı İbn-i Sa'd cild-5, sh. 448)

Nihayetinde Süreyç kabilesinin ve dolayısıyla Kayı Türklerinin Kâbe muhafızlığı 8 Ocak 1926'da Suudi Arabistan'ı kuruluşuna kadar devam etmişti. Yani bu süreç içerisinde bizzat Efendimiz (sav)'in tevdi ettiği görevi bu Türk ailesinden almaya hiç kimse kalkışmamıştı. Ta ki, I. Dünya Savaşı sonrasında Orta Doğu İslam dünyasına nüfuz etmeyi başaran İngilizler Osmanlı Devleti'nin tek çatı altında topladığı İslam dünyasını parçalamasına kadar… İngiliz emperyalizminin İslam dünyasını parçalaması ve böylelikle bir sürü devlet geleneği ve yetkinliği olmayan İslam devletleri oluşturması ne yazık ki asırlarca devam eden İslam geleneğinin de ortadan kaldırılması anlamına geliyordu. Tıpkı halifelik kurumunun kaldırılması gibi… İngilizlerin bu İslam dünyasını parçalama siyasetinin bir neticesi olarak Arap Yarımadasında Suudi Arabistan Krallığı oluşturulacaktı. Daha sonra yine bu krallık tarafından tam 1400 yıl boyunca devam eden Kayı boyundan Süreycilerin Kâbe muhafızlığı sonlandırılacaktı.


Yazarın Diğer Yazıları