İstihsan/Güzel Görmek/Güzeli Görmek

Sözlükte "güzellik, rağbet edilen ve sevilen şey” anlamındaki hüsn kelimesinden türeyen istihsân "bir şeyi iyi ve güzel bulmak”, "güzel görmek, güzeli görmek” mânasına gelir.

Fıkıh usulünde müctehidin bir meselede icmâ, zaruret, örf, maslahat, gizli kıyas gibi özel ve daha kuvvetli görünen bir delile dayanarak o meselenin benzerlerinde izlenen genel kuraldan ve ilk hatıra gelen çözümden vazgeçmesi ve hukukun amacına daha uygun bulduğu başka bir hüküm vermesi şeklinde özetlenebilen yöntemin adıdır.

Hulefâ-yi Râşidîn'in, özellikle de Hz. Ömer'in genel nitelikli nasları belli bir olaya uygularken böyle bir uygulamanın dinin genel amaçlarına, hak ve adalet fikrine uygun düşüp düşmediğini göz önünde bulundurduğu ve gerektiğinde genel kuraldan vazgeçip o olaya mahsus veya ikinci bir kuralın tesisine imkân veren farklı bir uygulamaya gittiğinin örnekleri çoktur.

Müellefe-i kulûbun zekât payının kaldırılması, kıtlık zamanı hırsızlara ya da efendisinin malını çalan hizmetçiye had uygulanmaması, tek celsede söylenen üç talâkın üç ayrı talâk sayılması, belli durumlarda Ehl-i kitap kadınlarıyla evlenmenin yasaklanması, iktisadî şartlardaki değişim sonucu diyet miktarlarında yeni düzenlemeye gidilmesi, fetihler ve şehirleşmenin ardından toplumsal yapıdaki değişimin ürünü olarak birbirinin âkılesi sayılan yeni sosyal grupların oluşturulması burada hatırlanabilir.

İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin sistemli bir şekilde uyguladığı istihsan da maksat; Kur'an ayetleri ve hadis-i şeriflerdeki bugünkü anlamda bilgisayar diliyle "kod”, sağlık terminolojisinde "kök hücre” tabir ettiğimiz işin özünü kavrayıp her kişi, zaman ve mekana o özü uygulayabilme kabiliyeti diyebiliriz.

Mâverâünnehir ilim muhitinin önder şahsiyetlerinden İmam Mâtürîdî istihsanı, "müctehidin iki vecihle karşılaştığında kıyası terkedip kalbine doğan baskın tercihle ve zann-ı gālible hüküm vermesi” (Teʾvîlâtü'l-urʾân, vr. 841b) veya "olayın irca edilebileceği bir aslın bulunmadığı durumlarda âlimin takdir hakkını kullanarak en güzel olanı seçmesi” (a.g.e., vr. 419a) şeklinde tanıtması da, esasen takdirî ictihaddan maslahata dayalı istihsana kadar geniş bir içeriğe sahiptir.

İstihsanın kıyastan farkı aynı zamanda onun mahiyetini kavramada da önem taşır. Kıyasta hükmü bilinmeyen bir olayın aralarındaki illet birliği sebebiyle hükmü bilinen bir olaya ilhak edilmesi söz konusudur. İstihsanda ise karşılaşılan olaya uygulanabilir genel bir kural bulunmakla birlikte sonuçta bundan vazgeçilip daha istisnaî nitelikte farklı bir çözüme gidilmektedir. Böyle olunca istisna şeklinde yapılan istihsanda, teknik anlamda bir kıyasla çatışma olmaksızın genel kural anlamıyla kıyastan ayrılma söz konusudur.

İstahsan konusu köşe yazısı hacmini aşacak kadar geniş…

Bizim dikkat çekmek istediğimiz; İslam adına konuşan herkesin dikkat etmesi gereken bir hususa dikkat çekmek:

Her ayet ve hadis-i şerifin yani beyanın zahiri manasının yanında bir özü, kodu, kök hücresi var. O manayı, kodu, kök hücreyi anlamadan sadece literal okuma ile metnin zahiri ve ilk manasına odaklanıp, o derinliği ihmal Müslümanları zamanın dışına itebiliyor. Bu bedene odaklanıp ruhu görmezden gelmek gibi bir hata. Ruh yoksa beden işe yarmayan bir maddeye dönüşür.

Cabiri'nin ifadesiyle ayet ve hadisi şerifleri ifade eden beyan (metin); irfan(kalp) ve burhan(akıl) ile geliştirilmezse Müslümanlar için çözümden ziyade problem üretiyor.

Beyanı akıl ve kalple okuyup istihsanla önce kendi hayatımıza yorumlayıp yaşamak;
ve dahi sonrasında dış dünyaya o yaşadığımız tecrübeyi aktarmak Müslümana yakışandır.

Aksi takdirden çağlar öncesindeki metinleri işim özünü/kodunu/kök hücresini tespit etmeden birebir bugüne aktarmak İslam'ın ön gördüğü ve cevaz verdiği bir metot değildir.

Bu anlamda; fünun-u medeniye ile aklını ışıklandırmanın yanında, ulum-u diniye ile vicdanını nurlandırmış, zeki, özgüveni yüksek ilim insanlarına ihtiyacımız var.

Bu problem sadece günümüzün değil, 1571'de İnebahtı'da tökezlediğimiz, 1580'de Rasathaneyi yaktığımız günden beri en temel sorunumuz.

"Vaktinde kılınan namaz” demek sadece namazı kendi vaktinde kılmak değildir.

Verdiğin randevu saatine uymuyorsan, çocuğunu en az 24 ay bizzat emzirerek o vaktin hakkını vermiyorsan, hayatın temel noktalarında o vakitte yapılacak işi yerine getirmiyorsan, kısaca vaktin hakkını vermiyorsan o hadis-i şerifi tam anlamamışsın demektir.

"İhtiyarlar cennete gidemez” demek sadece ihtiyarlara hitap etmez.

Dünyada imtihan için verilmiş bütün seni zorlayan durumlara ilaçtır. Hastalar, engelliler, keller, çok kısa boylular… cennete öyle girmeyecekler, yeniden ve en mükemmel/cennete layık yaratılacaklar, stres yapma, üzülme, gamlanma, bu da geçer ya hu de sabret, hüzünlenme… demektir.

"Kıyametin biraz sonra kopacağını bilsen de elindeki ağacı dik” demek sadece ağaçla ilgili değildir.

Hayatta her anın kıymetini bil, değerlendir, erteleme, kendi dışındaki sebeplere takılıp tembellik yapma, yapabileceğin işlere odaklan, seni ilgilendirmeyen büyük işlerde boğulma… demektir.

Katip Çelebi'nin, "nice boş kafalılar da İslamiyet'in ilk zamanlarında bir maslahat için ortaya konan men ve yasaklama rivayetlerini görüp katı bir taş gibi sırf taklit ile donup kaldılar. Meselenin aslını tefekkür edip düşünmeden hareket ettiler” ve Said Nursi'nin "dinde hassas muhakeme-i akliyede zayıf adamlar” diye tarif ettiği kişilerden olmamak için "istihsan”ı iyi anlamak ve yaşamak lazım.


Yazarın Diğer Yazıları