RİM’İN DEDESİ
VATAN VE İSLAM ŞAİRİ
DOĞAL ŞİFA KAYNAĞI: YEŞİL ÇAY
İNGİLİZLER VE HİNDİSTAN’IN KARANLIK TARİHİ
‘DİNDE ZORLAMA YOKTUR’ U NASIL ANLAMALIYIZ?
TÜRKİYE VE SURİYE: DAHA GÜZEL GÜNLERE
Batılı eğitim sistemi ne zaman iflas eder?
Araç satışında yetki belgeli esnafımız bu sistemden muaf olsun
Ticari ahlaksızlık enflasyondan daha hızlı yükseliyor
SULTAN VAHDETTİN’İN MEZARI TÜRKİYE’YE GETİRİLSİN
İman-Hikmet-Gayret-Tevekkül
ÖZGÜRLÜĞE SELAM SURİYE
Oynamak İstemeyenler Varsa İsteyenler Oynasın
ALMANYA’DA TÜRK OLMAK -2-
Nasrettin Hoca’nın İzinde:AKŞEHİR
Merhaba Yeni Suriye
Futbolun Yazılı Olmayan Kuralı…
SURİYE’NİN BÖLÜNMESİ
Alfa Romeo Junior
KONYALISIN ETLİEKMEK
Anne sütü ile beslenme yeni doğanın gelişmesi, sağlığının korunması ve sürdürülmesinde büyük önem teşkil etmektedir. Anne sütü; yeni doğanda optimum büyüme ve gelişme için gerekli olan tüm sıvı, enerji ve besin ögelerini içeren, biyo yararlılığı yüksek, sindirimi kolay doğal bir besindir.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve United Nations International Children's Emergency Fund (UNICEF) her bebeğin doğumdan itibaren 6 aya kadar tek başına anne sütü ile beslenmesini, sonrasında ek besinlerle birlikte olmak koşuluyla en az 2 yaşına kadar anne sütüyle beslemenin devam ettirilmesini önermektedir.
Türk aile yapısında çocuk terbiyesi, anne sütü verilmesiyle başlar. Bu anlamda başta eğitimi ve psiko-sosyal gelişimi açısından çocuk eğitiminde "anne sütünü” değerdir.
İslam dini açısından rahmani olarak görülmesi 3 ayette annelerin bebeklerini en az 24 ay emzirmeyi emretmesi(Bakara, 2/233, Lokman, 31/14, Ahkaf, 46/15) ve tıbbi açıdan da kıymetinin her geçen gün artması anne sütünü en değerli hale getirmiştir.
Etkili bir anne-baba-çocuk ilişkisi kurulabilmesi için emzirmenin mükemmel bir başlangıçtır. Bu aynı zamanda aile bağlarını ve toplumsal bağları güçlendirebilecek bir unsurdur. Bebeğini emziren her annenin toplumsal değişimin en önemli bileşeni olduğunu söyleyebiliriz.
Anne sütünden mahrum çocuklara gelişen "oral fiksasyon” sendromu için bütün kötülüklerin kaynağı diyebiliriz. Çünkü anne bebeğine en az 24 ay sadece dünyanın yeri doldurulamaz en değerli gıdasını değil; aynı zamanda sevgi, şefkat, merhamet, meveddet, muhabbet ve özgüveni d verir.
Türk aile yapımızın tarihine baktığımızda annenin süt verememe durumunda ise genellikle sütannelerin tutulduğunu görürüz. Kimden süt içerse çocuğun ahlâkının da ona benzeyeceğine olan inançtan dolayı sütannenin; iyi ahlâklı, iyi aileden, iyi soydan, iyi huylu ve temiz olmasına dikkat edilirdi. Sütannenin mümkünse ailenin yakın akrabası veya komşusu olması daha uygun görülürdü.
Çocukların sağlıklı bir şekilde büyümesinin devletin görevleri arasında olduğunu bizim devlet geleneğimizin en önde gelen ilkelerindendir. Çünkü memleketin sıhhati ve gelişmesi için geleceğimiz olan çocuklar en önemli değerlerdir.
Musevi inancında da anne sütü önemsenmiş, anne sütü öz anneden sağlanamadığı durumlarda sütannelik müessesi devreye sokulmuştur. İbrahim Peygamber'in karısı ve Musevi halkının annesi Sara, oğlu İshak'ı yaşının ileri olmasına rağmen emzirmişti. Yahudi medeni kanunu Talmud, tüm Musevi kadınlar için emzirme zorunluluğunu açıkça şu şekilde belirtmektedir:
"Bir bebek yaklaşık yirmi dört ay emzirilir. Bebeğin susuzluktan ölebileceği göz önüne alınarak emzirme dönemi kısaltılmamalıdır.”
Sütü olmayan anneler bebeği için sütanneye başvurmuş ve Türk İslam toplumunda kurulan ırzahane(emzirme evi) vakıflarıyla sütannelik hukuki bir müessese olmuştur. (Akçiçek E, Anne sütü ile ilgili âdet ve inançlar, Türk halk hekimliğinde anne sütü, 43) Bu ırzahane(emzirme evi) vakıflarıyla bebeklerin mutlaka en az 24 ay anne sütü almaları sağlanmıştır.
Bu noktada çocuğa dair toplumsal iş bölümünde; anne çocuğun bakımından birinci derecede sorumlu olması; bebeği bağrına basıp süt vermesi; babanın da ideal bir aile için gerekli tüm alt yapı imkânlarını oluşturması olarak belirlenmiştir.
Osmanlı toplumunda sütanne temininin farklı sebepleri vardı: Yeni doğum yapmış kadın sinirli veya hastalıklı olduğunda; memesi yaralı, bereli, çatlaklar olup emzirmeye uygun olmadığında; bir sebeple sütü çekildiğinde sütanne tutulurdu. Sütanne çocuğu çocuğun evine gelirse buna "sütanne tutmak” denir; ikincisinde çocuk sütannenin evine gönderilir ki buna da "çocuğu sütanneye vermek” denirdi. Tercih ve tavsiye edilen sütanneyi çocuğun evine getirmek, yani sütanne tutmaktı. Besim Ömer'in tespitiyle; "Sütannelere gönderilen çocukların hemen hemen yarısı vefat etmekteydiler. Bir çocuk annesinden, ailesinden ne kadar uzaklaşırsa ölüme o kadar yaklaşmış olur annenin memesiyle yüreğinin yerini hiç bir şey tutamazdı ". (Besim Ömer, Çocuk büyütmek, 113)
Sütannelik için, 20-30 yaş arasında olması, daha öncesinde bir veya birkaç çocuk doğurmuş olması çocuğa bakmanın yolunu, çocuk beslemek usulünü daha iyi bileceğinden bu özelliklere sahip olanlar tercih edilirdi. (Besim Ömer Akalın, Çocuk büyütmek, 126-127).
İstiklal Savaşımızın en önde gelen kahramanlarından Kazım Karabekir Paşa herkesin malumu askeri başarılarının yanında bu gün sosyal hizmetlerin konusu olan yetim çocuklara yönelik yaptığı çalışmalarla tanınır.
1. Dünya savaşından itibaren bulunduğu şarkta 4000 erkek 2000 kız 6000 yetim, kimsesiz çocuğa oluşturduğu bakım ve eğitim kurumları vasıtası ile kucak açmıştır. Hizmetlerini kendi kalemiyle yazdığı "Çocuk Davamız” isimli 2 ciltlik eserinde anlatmıştır.(Çocuk Davamız, Emre Yay, İst.) Yapılan örnek ve mükemmel çalışmaları öğrenmek isteyenler esere müracaat edebilirler. Kimsesiz ve bakıma muhtaç çocukların bakımı ve eğitiminin önemi ile ilgili sözlerini aktararak yazımı tamamlamak istiyorum:
"Bakımsız çocuklar millet enerjisinin, bakımsız topraklar da vatan enerjisinin kaybedilmesi demektir.”
"Bakımsız bir fidan kuru, çürür veya yabani olur. Bakımsız çocuk ise hastalıklı olur, ölür veya suçlu veya cani olur.”
"Bakımsız çocuk milli tehlikedir. Çünkü her yıl maddi manevi bir sürü düşkün halk arasında kaynaşacak ve ordu saflarına karışacaktır. Demek milletin ve ordusunun keyfiyet bakımından kıymeti her yıl bir derece daha aşağı düşecektir.”
"Vatanın geleceğinin sahipleri bugünün çocuklarıdır. Şu halde bakımsız çocukların bu vatana nasıl sahip olacakları bugünden düşünülecek bir meseledir.”
"Bu dünyada türlü haksızlıklar vardır. Haksızlıkların en gaddarcası çocukların bakımsız kalmasıdır. En haksız ölümde yine bakımsız bir çocuğun ölümüdür.”
"Haksızlıklar nihayet mahkemede hallolunur. Bakımsız çocukların korunma hakkını da medeni kanunumuz hakimlere vermiştir. Bunların savcısı ileri yerlerde bütün millettir.”
"Bakımsız çocukları olan milletin nüfus davasını da medeniyet davasını da nihayet insanlık davasını da sağlama kuvvetleri cılızdır.”
"Bazı kimselerden esefle duydum ve duymaktayım da: Madem ki bakamayacaklar ne diye çocuk yapıyorlar. Ben de cevap veriyorum ki: Ailenin vatan borçları, fakir de olsalar mümkün olduğu kadar çocuk yapmalarıdır. Nasıl bakılacağını hesap etmek onların değil, devletin vazifesidir.”
"Ölen, dilenen, hapislere düşen… çocukların yasını ailesi çekse de tasasını topyekun devlet çekmelidir.”
"Bakımsız çocuklar felaket kaynağıdır: Her türlü hastalıklar cürümler cinayetler onlardan daha kolay ve daha çok fışkırır.”
"Çocuk Bayramı. ”Ne hoş söz”… Fakat mes'ut çocuklar için her gün Bayram, Bakımsız çocuklar için ise Bayram günü en büyük matem.”
"Hayatımda bana zevk veren hayli başarılarım vardır. En zevklisi binlerce bakımsız çocuğun hayat ve geleceğini kurtarmak olmuştur.”
"Hayatımda duyduğum ıstıraplarım da vardır: En acısı bakımsız çocuk görmekliğim oluyor.”
İman-Hikmet-Gayret-Tevekkül
Zıtlıkların Ortasında Vasatı Bulmak
Mecelle Pusulası (Altın Formül İçerir)
Zahmetten Kaçarak Rahmete Ulaşılabilir mi?
Hak Yok Vazife Var; Fert Yok Cemiyet Var
Polimat-Entelektüel
Önce Donanım (Hardware) Sonra Yazılım (Software)
İbretlik Bir Ölümden Ders Çıkarabilmek (Fetö Gerçeği)
Yaşlanma “Süreç Odaklı” Bir Gelişmedir ve Anne Karnından Başlar
Üçü Birleyebilir miyiz?