SULTAN VAHDETTİN’İN MEZARI TÜRKİYE’YE GETİRİLSİN

 

Sultan Vahdettin bütün Türk tarihinin en aciz, en biçare hükümdarlarından biri, belki birincisidir. Tahta geçtikten dört ay sonra Osmanlı yenilgiyi kabul ederek Mondros Ateşkes Antlaşması imzalamış ve Sultan bir anda kendini ordusu, ekonomisi, nesli tükenmiş bir devletin ve milletin başında buluvermiştir. Ülkesini kurtarmak için çaresizlikten kıvranırken "Musibetler Mecmuası” dediği Sevr Antlaşması önüne getirilmiş; saltanatıma mal olsa da imzalamam, diyerek imzalamayı reddetmiştir. Müttefiklerle mücadele edecek gücün zerresi devletinde kalmadığı için Sultan Vahdettin şöyle bir strateji üretmiştir: Anadolu'da başlatılacak bir halk mücadelesi savaşın bitmesini ve bir an evvel yurtlarına dönmek isteyen müttefikleri zor durumda bırakacak, bunun neticesinde başta İngiltere ve Fransa Sevr'i yumuşatmak zorunda kalacaktır. Sultan bu planı yapmış ve Anadolu'da başlayan ayaklanmaların başına geçmesi için pek çok kişi arasından saltanata karşı olduğunu bilmesine rağmen "Bu işin şahsi fikirlerle alakası yoktur.” diyerek M. Kemal Paşa'yı Anadolu'ya olağanüstü yetkilerle gönderme kararı almıştır. Kendisini Sultan'ın görevlendirdiğini Falih Rıfkı Atay'a dikte ettirdiği hatıratında bizatihi M. Kemal Paşa aktarır. Nutuk'un baş kısmında da beni olağanüstü yetkilerle Anadolu'ya gönderdiler, diyerek bu işin derin devletin işi olduğunu belirtir. Bu görev o denli gizli yürütülür ki M. Kemal ismine karşı çıkarlar diye görevlendirme, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'ye ve Adliye Nazırı Vasfi Hoca'ya dahi haber verilmemiştir. Hatta M. Kemal Paşa'nın kız kardeşi Makbule Atadan Hanımefendi, hatıratında annesiyle birlikte ısrarla sormalarına rağmen ağabeyinin kendisine verilen görevi söylemediğini belirtir. Paşa, onlardan sadece dua ister. Avni Paşa, Ahmet İzzet Paşa, Refet Bele, Tarık Mümtaz Göztepe, İngiliz Yüzbaşı Benneth, Amerikalı Gazeteci Clair Price gibi dönemin tanıklarının hatıratlarında ve yazılarında M. Kemal Paşa'nın Anadolu'ya Sultan Vahdettin tarafından gönderildiği kati surette ifade edilir.

M. Kemal Paşa'nın Suriye cephesi çöktükten sonra Anadolu'da bir kurtuluş savaşı başlatmak gibi bir planı bulunmamaktaydı. O harbiye nazırı ve saraya damat olmak istiyordu. Bunun için kulis faaliyetleri gerçekleştirmiş ve bu maksatla Minber gazetesine ortak olmuştu. Ancak beklentileri gerçekleşmeyince Anadolu'ya geçme kararı almıştı. Anadolu'daki mücadelenin başarılı olması, müttefiklerle anlaşılması ve saltanatın kaldırılması üzerine 16 gün sonra sabık Sultan Vahdettin yapılan tehditler üzerine canını ve ailesini kurtarmak maksadıyla ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. İngiliz gemisi ile çıkmıştır çünkü başka bir vasıta söz konusu değildir. Ankara temsilcileri de Avrupa'ya İtalyan ve Fransız gemileri ile gitmekteydi. İngiltere'ye sığınmıştır çünkü onu kabul edecek başka bir ülke bulamadı. Sultan Vahdettin, M. Kemal Paşa ile mücadele içerisine girmemiş, iki başlılığı yok etmek için ülkeyi terk etmiştir. Terk etmesi de tek otorite kendisi kaldığı için Ankara Hükümetinin işine gelmiştir. Kaldı ki zaten terk etmeseydi 1924'te hilafetin kaldırılması ile diğer hanedan üyeleri gibi zorla gönderilecekti. Sonrasında İtalya'ya geçti ve en nihayetinde San Remo şehrinde acılar ve yoksulluklar içerisinde vefat etti. Vefat haberi bir akşam yemeğinde olan M. Kemal Paşa'ya verildiğinde "Çok namuslu bir adam öldü. İsteseydi Topkapı'nın bütün cevahirini (değerli taşlarını) götürür ve öyle bir ordu kurup geri dönerdi ki…” demekten kendini alamamıştır. Ana konumuz bu olmadığı için burada kesiyorum.

Bu girizgahtan sonra şimdi asıl mevzumuza gelelim. Sultan Vahdettin; bir vatan haini değil gücü ülkesini kurtarmaya yetmemiş bir Türk hakanıdır. Bir Afrika atasözünde söylendiği üzere sular kabardığında balıklar karıncaları, sular çekildiğinde karıncalar balıkları yer. Yeni rejim, kendini kabul ettirebilmek için eskiyi kötüleme yarışına girmiş ve bundan da en büyük nasibi Sultan Vahdettin almıştır. Geçmişte yaşananları bir kenara bırakıp Sultan Vahdettin'e iadeiitibar yapılıp mezarı İstanbul'a getirilmelidir. Bir kişi, babası öldüğünde babası ile yaptığı tartışmaları unutur ve babası için ağlar. O tartışmalar geride kalmıştır. İşte aynen bu şekilde Cumhuriyetimizin ilk yıllarında yeni rejimin kabul edilmesi, eskiye dönülmemesi için eskinin kötülenmesini bir yere kadar anlayışla karşılayabilirim. Ancak yeni devletimizin bir asrı devirdiği şu zamanlarda eskiye dönmek söz konusu değilse Sultan Vahdettin'in Şam'daki Süleymaniye Külliyesi'nin bahçesinde bulunan mezarının tıpkı Enver Paşa'nın mezarının taşınması gibi İstanbul'a taşınmalıdır. Şam'ın kurtuluşu, tarihimizin kurtuluşunu da muştulamalıdır. Bu, geçmişimizle barışmanın en mühim adımlarından biri olacaktır. Atatürk'ü sevmek Vahdettin'e hain demeyi iktiza ettirmez. Bu saplantılardan kurtulup geçmişimizle barışmayı, yeni neslimize geçmişimizi tanıtmayı teklif ediyorum sizlere. Zihinlerimizdeki prangalardan, ruhlarımızdaki deli gömleklerinden kurtulmadıkça Türkiye asla ilerleyemeyecektir. Zira gözümüz ve aklımız sürekli arkada takılı kalacaktır. Sultan Vahdettin'in kendisini en seven kişi olan Sultan Abdülhamit Han'ın yanı başına defnedilmesini teklif ve temenni ediyorum. Kanaatişahsim yeni Türkiye yüzyılını başlatacak hamle işte budur.

 


Yazarın Diğer Yazıları