RİM’İN DEDESİ
VATAN VE İSLAM ŞAİRİ
DOĞAL ŞİFA KAYNAĞI: YEŞİL ÇAY
İNGİLİZLER VE HİNDİSTAN’IN KARANLIK TARİHİ
‘DİNDE ZORLAMA YOKTUR’ U NASIL ANLAMALIYIZ?
TÜRKİYE VE SURİYE: DAHA GÜZEL GÜNLERE
Batılı eğitim sistemi ne zaman iflas eder?
Araç satışında yetki belgeli esnafımız bu sistemden muaf olsun
Ticari ahlaksızlık enflasyondan daha hızlı yükseliyor
SULTAN VAHDETTİN’İN MEZARI TÜRKİYE’YE GETİRİLSİN
İman-Hikmet-Gayret-Tevekkül
ÖZGÜRLÜĞE SELAM SURİYE
Oynamak İstemeyenler Varsa İsteyenler Oynasın
ALMANYA’DA TÜRK OLMAK -2-
Nasrettin Hoca’nın İzinde:AKŞEHİR
Merhaba Yeni Suriye
Futbolun Yazılı Olmayan Kuralı…
SURİYE’NİN BÖLÜNMESİ
Alfa Romeo Junior
KONYALISIN ETLİEKMEK
İnsanın işlevi hakikat karşısında hiçbir şeydir. Bir mesafeden yukarıya uçamayan kuşlar gibi imtihan gereği algılarına sınır koyulmuştur.
Yaratıcısını güneş gibi görüp kavrayabilecek bir beyin ve gönül kapasitesine sahip olan insan; imtihana has olarak sınırlandırılmıştır.
Gözün, kulağın sınırlandırılması beyin ve gönlü ekstra bir çabaya sevk etmiştir.
Gözü bantla kapatılan insanın diğer duyguları ve organlarının yardımıyla eşyayı bulmaya çalışması gibi; insan Yaratıcısını sınırlı organların taşıdığı bilgileri sınırsız bir akıl ve kalpte ince ince işleyerek bulur.
İbn Sina Absal ve Salaman, İbn Tufeyl Hayy bin Yakzan'da insanın bu arayışını tasvir eder.
Hakikat yolculuğunda dünya fikir tarihinin belki de ne değerli çalışmalarına imza attı İbn Sina ve İbn Tufeyl.
7. Yüzyılda Medine'den başlayan İslam Ümranı 12. Yüzyılda zirveyi gördüğünde İbn Sina ve İbn Tufeyl Müslümanların iddiasını ortaya koydu.
Dünya bir ada ve Absal veya Hayy bin Yakzan'da Müslümanların Adem'i idi.
İbn Sina ve İbn Tufeyl insan-cemaat-cemiyet-Yaratıcı ilişkilerini gergef gergef işlediler eserlerinde.
İnsan bir "bal arısı” gibi olmalıydı.
Her insanı, canlıyı, cansızı, kitabı, bilgiyi bir çiçek gibi görmeli, onları incitmeden nektarını almalı ama hepsinden önemlisi insan:
En az %51 kendi kovanına çekilip özgün balını yapmalıydı.
İnsan cemaat ve cemiyetten nektar toplama adına istifade etmeli ama kendisini o selin içerisine bırakmamalıdır.
Rahmetli Ömer Tuğrul İnançer: "Allah'ın mahlukuna aşık olunmadan da zatına aşık olunmaz. Allah insana insandan tecelli eder" derdi.
Cemaat cemiyet havuzundan istifade ettiğinden daha fazlasını oraya akıtma, aktarma, çaba, gayret ve azminde olmalıdır.
İnsanın gerçek tekâmülü toplum içerisinde, 'çokluk içerisinde ama bir olanla' birlikte olarak gerçekleşir.
Bu ‘çokluk içerisinde birlik' içerisinde cemaat ve cemiyetle ilişkilerimizde temel hedefimiz her daim "iyi olmak ve iyilik yapmak” olmalıdır.
Bu iyiliğin daim olması içinde üç temel ilkeye ihtiyacımız vardır:
1.Adalet
2. Düşünce Özgürlüğü
3. İstişare
Adil olup, eleştiri dâhil cemaat ve cemiyetten gelen düşüncelere akıl ve kalbini açan ve her daim işi ehliyle istişare eden insan Yaratıcıya giden yolda salimen ilerleyecektir.
Hz. İsa(as) nefis tezkiyesinin dıştan görünen hareketlerden ibaret olmadığını söylemesine rağmen, aşırı soğukluk içeren ruhbanlık Yahudilik ve Hristiyanlık'ta sağlam bir yer edinmiş, hatta temel olmuştur. Hz. Muhammed (s.a.v.)'in, "İslam'da ruhbanlık yoktur” ikazına rağmen, sufi gelenek, ruhbanlığı aşan unsurlar içermiştir.
İnsan, cemaat ve cemiyet içerisinde akıl ve kalbini birlikte kullanarak aşkın varlıkla arasında imtihan için konulan bütün engelleri aşmalıdır.
Bu yürüyüşünde zaman ve emek yoğunluğunu şu sıralamada kullanmalıdır:
Her Cuma hutbesinde dinlediğimiz ayete kulak verelim:
"Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” Nahl, 16/90.
Durgun suya atılan taşın oluşturduğu halkalar misali aslında cemaat ve cemiyet içerisindeki hayatımız.
Halkanın merkezinde sürekli birlikte, çevrimiçi olduğumuz, bize şah damarından yakın Rabbimiz ve biz varız.
Sonraki halkalarla ilişkileri de işin merkezinde hizmet edecek, orayı güçlendirecek şekilde ayarlamak bizim elimizde.
"Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” Hicr, 15/99.
İmtihan için sınırlandırılmış bir bedene ikamete mecbur edilen ruhumuz, görevi bitip "ölüm müjdesi” ile bedenden kurtulduğunda Rabbimizi Dolunay gibi göreceğiz inşallah.
İnsan kelimesi hem enis hem nisyanı havidir. O zamana kadar vazifemiz ya enis olup Allah'a ve yaratanlara yakın; ya da nisyana savrulup Allah'tan ve yaratılanlardan uzaklaşacağız.
O halde biz enis olup cemaat ve cemiyet içerisinde kendimizden başlayarak "iyi insan olmak ve her daim herkese iyilik yapmak” için son nefese kadar azami bir gayretin içinde olacağız.
Rabbe götüren en sağlam ve kesin yol budur.
İman-Hikmet-Gayret-Tevekkül
Zıtlıkların Ortasında Vasatı Bulmak
Mecelle Pusulası (Altın Formül İçerir)
Zahmetten Kaçarak Rahmete Ulaşılabilir mi?
Hak Yok Vazife Var; Fert Yok Cemiyet Var
Polimat-Entelektüel
Önce Donanım (Hardware) Sonra Yazılım (Software)
İbretlik Bir Ölümden Ders Çıkarabilmek (Fetö Gerçeği)
Yaşlanma “Süreç Odaklı” Bir Gelişmedir ve Anne Karnından Başlar
Üçü Birleyebilir miyiz?