RİM’İN DEDESİ
VATAN VE İSLAM ŞAİRİ
DOĞAL ŞİFA KAYNAĞI: YEŞİL ÇAY
İNGİLİZLER VE HİNDİSTAN’IN KARANLIK TARİHİ
‘DİNDE ZORLAMA YOKTUR’ U NASIL ANLAMALIYIZ?
TÜRKİYE VE SURİYE: DAHA GÜZEL GÜNLERE
Batılı eğitim sistemi ne zaman iflas eder?
Araç satışında yetki belgeli esnafımız bu sistemden muaf olsun
Ticari ahlaksızlık enflasyondan daha hızlı yükseliyor
SULTAN VAHDETTİN’İN MEZARI TÜRKİYE’YE GETİRİLSİN
İman-Hikmet-Gayret-Tevekkül
ÖZGÜRLÜĞE SELAM SURİYE
Oynamak İstemeyenler Varsa İsteyenler Oynasın
ALMANYA’DA TÜRK OLMAK -2-
Nasrettin Hoca’nın İzinde:AKŞEHİR
Merhaba Yeni Suriye
Futbolun Yazılı Olmayan Kuralı…
SURİYE’NİN BÖLÜNMESİ
Alfa Romeo Junior
KONYALISIN ETLİEKMEK
İman, Cenâb-ı Hakkın, talep eden kulunun kalbine, cüz-i ihtiyarının sarfından sonra ilkâ ettiği bir nurdur' şeklinde tarif edilmiştir.
Yüce Allah, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım”(Bakara, 2/30) sözüyle insanı merkeze alan bir imtihan âlemi inşa etmiştir. Bu hikmetin gereği olarak, dini metinleri Allah merkezli değil, insan merkezli okumamızı bizzat Allah (c.c.) istiyor.
İnsanın kendini tanıması, bilmesi ve kulluğu için 124 bin peygamber göndermiştir. Yaradan insanı "ahsen-i takvim”, "eşref-i mahlukat” gibi yüce sıfatlarla onore ediyor.
Bazı ayetlerin Türkçe manası verilirken "Allah dilediği kuluna hidayet verir” gibi son derece yanlış bir cümle kullanılıyor.
"Men yeşae” tabirlerine "dileyene” şeklinde mana verilmeli, "dilediğine” şeklinde değil.
"De ki: Gerçekleri içeren bu Kur'ân, Rabbinizden gelmiştir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin” Kehf, 18/29. Ayette konuyu Allah (c.vc.) net bir şekilde ortaya koyuyor.
Buradaki önemli mesaj; işin Allah'ın istediği şekliyle "halife” olarak atanan insanın özgür iradesi ile kainatın merkezine alınması hususudur.
Namazda okuduğumuz tahiyyatta kainatın halifesi sıfatıyla; bütün yaratılmışların ibadetlerini onlara vekaleten, kendi ibadetlerimize asaleten Rabbimize takdim ederiz.
Allah Teâla, "hangimizin daha iyi amel edeceğini öğrenmek için ölümü ve hayatı yarattığını” (Mülk, 67/2) ifadesi ile insan ve kâinattan maksadı ortaya koyuyor ve binlerce ayette insanı imana, hidayete, amele, ibadete, ihlasa ve ihsana davet ediyor.
İnsan bu davet kabul ettikten sonra neden "dilediğine” veya "dilemediğine” olsun?
Bu gibi yanlış anlam vermeler gençlerin dine karşı bakışını olumsuz yönde etkiliyor.
Allah iman sinyallerini her an, 7/24 insanların akıl, gönül ve kalplerine gönderiyor.
İnsan çevrim-içi olmak istemez, veri girişini kapalı tutarsa o onun tercihidir.
Allah'la çevrim-içi olmak, on-line kalmak isteyenler akıl, kalp ve gönüllerini açmak zorundalar. Kur'an-ı Kerim kâinatta gelen sinyalleri virüs ve spamları da temizleyerek güvenli, marifete dair bilgiler halinde akıl, kap ve gönüllerimize indiren modem görevini kıyamete kadar yapmaya devam edecek muhatap olan her insan için...
Kader ilim nev'indendir, kudret nev'inden değil.
Allah'ın bizim tercihlerimizi bilmesi bizi o tercihe zorlamaz.
Bize irade vermiş ve kendimizi ifade edeceğimiz, gerçekleştireceğimiz bir yetki alanı tanımlamıştır.
İşin imtihan olması da bu özgür irade sayesindedir.
Tarihin farklı dönemlerinde özellikle siyaset adamları kader konusunu kendi ihtirasları doğrultusunda istismar ettiler, kendilerine buradan meşruiyet, itaat ve bağlılık zeminleri üretmeye çalıştılar. Dinin böyle yorumlanmasının insanları özgür iradeleriyle iman etmeleri konusunda olumsuz tesirleri oldu ve bu tesir toplumun bütün kesimlerine yansıdı.
Cebriye, kader boyutuyla imamların yaptıklarını külli iradeye bağlarken, Mürcie günahlarını örüyordu. Muaviye bin Ebu Süfyan, Yezid'in veliahtlığına karşı çıkanlara, "Bu mülk ve saltanat Allah'ındır, Allah onu dilediğine verir, Yezid'in veliahtlığını da Allah takdir buyurmuştur” derken Abbasi halifesi Mansur, "O'nun dileği ile hareket ediyorum, O'nun iradesini paylaştırıyorum, O'nun izniyle veriyorum” sözleriyle kendi otoritelerini sorgulamaz bir mutlaklığa çıkarmaya çalışıyorlardı.
Bireysel ibadetlere hasenat, ikinci şahıslara taalluk eden, sosyal hayata dair ibadetlere ise; salihat diyoruz; hasenatlarda kasıt insanı salihate yönlendirmesidir.
Salihate dönüşmeyen hasenat tek başına bir anlam ifade etmez.
İslam'da iki kişi arasındaki muamelenin "salih amel” vasfını taşıması, salihate dönüşmesi için asgari üç şarta sahip olması gerekir:
1.Adalet
2.Düşünce Özgürlüğü
3.Şura
Batı'nın fikir babalarından John Locke bu ilkeleri kendi coğrafyasına şöyle tercüme etmiştir:
1.Adalet
2.Protestanlık
3.Parlamento
Kur'an-ı Kerim ve Sünnet Müminler kıyamete kadar sosyal, siyasi ve ekonomik problemlerimizin çözümüne yetecek "kök hücre” ve "kod” ları içermektedir.
O kök hücre ve bilgisayar kodlarının ehil insanlar elinde insanlığa şifa olsun (İsra, 17/82) diye çağdaş bir dil ve harika bir iletişimle takdim edilmesi gerekiyor.
"İlişkilerinin yenilgisi genellikle iletişim yenilgisidir.” (Zygmunt Bauman)
İman-Hikmet-Gayret-Tevekkül
Zıtlıkların Ortasında Vasatı Bulmak
Mecelle Pusulası (Altın Formül İçerir)
Zahmetten Kaçarak Rahmete Ulaşılabilir mi?
Hak Yok Vazife Var; Fert Yok Cemiyet Var
Polimat-Entelektüel
Önce Donanım (Hardware) Sonra Yazılım (Software)
İbretlik Bir Ölümden Ders Çıkarabilmek (Fetö Gerçeği)
Yaşlanma “Süreç Odaklı” Bir Gelişmedir ve Anne Karnından Başlar
Üçü Birleyebilir miyiz?