Uluslararası Hukuka Göre Musul Bizimdir

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'Kimsenin sınırlarında gözümüz yok. Ama dönemin şartları gereği bu sınırlarımızı isteğimizle kabul etmedik' sözleri Musul ve bölge üzerindeki tarihi haklarımızı gündeme taşıdı.

Şimdi arşivlerde unuttuğumuz uluslararası anlaşmalara bir göz atalım.

Milletler Cemiyeti –eski adıyla Cemiyet-i Akvam- 29 Ekim 1924’te “Brüksel Sınır Çizgisi”ni kabul etti. Buna sınıra göre Musul ve Kerkük Türkiye sınırları içinde kalıyordu.

Türkiye-Irak sınırını çizen 1926 Ankara Antlaşması’nın 1.maddesine göre de “ Irak’taki İngiliz mandası 25 yıldan önce son bulursa Brüksel Sınır Çizgisi esas alınacaktı. Yani Musul ve Kerkük Türkiye’ye bırakılacaktı.

Irak'taki İngiliz manda yönetimi 1932'de son buldu. Yani 25 yıl değil, sadece 7 yıl sürdü.

Milletler Cemiyeti, 1932'de Macar Başbakanı Kont Paul Teleki, İsveç Bükreş Büyükelçisi De Virsen ve Belçikalı Albay A. Paulis'e rapor hazırlattı. 

 Bu raporda bölgedeki Türkmen, Arap ve Kürt halklarının, bir yönetim değişikliği halinde Bağdat Arap idaresi yerine, Türk idaresine bağlanmak istedikleri de ayrıntılı olarak anlatılıyordu.

Bu üç uzmanın hazırladığı raporu ve “Brüksel Sınır Çizgisi”ni esas alan Milletler Cemiyeti, Musul ve Kerkük’ün Türkiye’ye bırakılmasını oy birliği ile kabul etti.

Ancak İngilizler, Şeyh Sait ayaklanması ve iç karışıklıklar çıkararak, Türkiye’yi zayıf düşürdüler. Türkiye, Milletler Cemiyeti’nin aldığı bu karar ve anlaşmalardan doğan haklarını savunamadı.

O günden itibaren bu belgeler arşivlerde unutuldu.

Ta ki; 1973 yılında araştırmacı Raif Karadağ konuyu gündeme taşıyana kadar.

Raif Karadağ bu belgeleri dönemin Başbakanı Naim Talu ve Fahri Korutürk'e sunacaktı ki; otel odasında ölü bulundu. Ölüm sebebi kalp krizi olarak gösterildi. Ama bu ölümün sır perdesi hala aralanamadı. 

Önce olduğu gibi, şimdi de Türkiye'nin yukarıda zikredilen antlaşmalardan doğan haklarını BM’de gündeme getirmesini ve savunmasını engellenmek için yeni oyunlar ve planlar kurulmaktadır.

15 Temmuz darbesi bunun için yapılmıştır. PKK ve PYD’yi başımıza bela etmelerinin nedeni budur. 

Bir zamanlar dilden düşmeyen El Kaide’nin yerine bir anda DAİŞ’i çıkardılar. Altmışı aşkın ülke yıllardır DAİŞ ile savaşıyor (!) nedense bir türlü yenemiyorlar (!) İslam Coğrafyasını parçalamak için tiyatro oynuyorlar.

Şimdi de DAİŞ yerine Şii terör ordusu “Aşdi Şabi” yi öne sürüp, Sünni halkı katletmeye hazırlanıyorlar.

Şii Husi’lerin Mekke’ye füze atması mezhep savaşı kışkırtıcılığı değil de nedir?

 Evet, kimsenin toprağında gözümüz yok. Ama o dönemin şartlarında dayatma ile elimizden alınan Misak-ı Milli içindeki topraklarımız başkalarına peşkeş çekiliyorsa, pısırıkça oturup seyredemeyiz.

 “Önleyici doktrin” de denilen cesaretli bir dış politika izlemek “koruyucu hekimlik” gibidir. ”Hastalık gelmeden önce sağlığımızı korumak” insan hayatı için nasıl vazgeçilmezse, devlet ve toplum hayatı için de bölgenin paylaşılmasına seyirci kalmamak, milli çıkarlarımız doğrultusunda bölgeye sahip çıkmak hayati öneme sahiptir.

Aksi halde, terör odaklarını inlerinde imha etme fırsatı bulamaz, iç güvenliğimizi de sağlayamayız. 

Okyanus ötesinden gelip Türkiye'nin güneyindeki haritaları yeniden çizme planları yapanlara “burası ata topraklarımız, zilyetliğimiz ve uluslararası hukuktan doğan haklarımız var” demekten daha doğal ne olabilir?

Eski Türkiye yok artık!

Bizi yok sayıp bu coğrafyada satranç oynamak isteyenlere, her türlü hamleyi yapacak bir Türkiye var.

Herkes hesabını buna göre yapsın…


Yazarın Diğer Yazıları