Mahkemeler İşsiz, Hapishaneler Issız

 

Doktora gidersiniz. Şikayetinizi sorar. Muayene eder. Tahlil ve tetkik ister. Sonuçlara göre teşhis  koyar. Gerekli gördüğü tedaviyi uygular.
Toplumlara hayat veren değer ve dinamikler vardır. Bunlar yitirilirse toplumlar da hastalanır.
Batı kültürü virüs gibi bünyemize girince, toplumumuz hastalandı.  İşte belirtileri :
Batı değerleri tartışılmaz sayıldı. Eğitimde "nasıl" değil "ne" düşüneceğimiz öğretildi. “Hür düşünce” yerine, “tek tip” düşünce dayatıldı. Fikrimizi soran değil,  fikir aşılayan dogma bir eğitim verildi.
“ Sevgi, saygı ve sorumluluğa dayalı ” disiplin yerine “şekli ve korkuya dayalı” disiplin aşılandı.
TV ve internetin kölesi oduk. Çocuklarımıza yeterince ilgi /sevgi gösteremedik. Onlara biz değil, sokak ve internet yön verdi. İnternetten bulunan sevgililer yüzünden yuvalar yıkılır oldu.
Boşanmalar arttı. Dul kalan kadınların geçim gailesinin istismarı sonucu ahlaki zaafiyet oluştu.
Elektronik ve plastik zincirler (kredi kartları) ile bağlandık. Gelirinden çok harcayan tüketim çılgınları olduk. Bankalar, borçluları faiz belası ve kredi bataklığında boğdu. Tefeciler türedi. İntiharlar arttı.
Menfaat veya sunulan boş idealler uğruna, birilerine sorgusuz itaat eden köleler olduk.
Körüklenen menfaat ve para hırsıyla, insani değerlerimizi unuttuk. Mal hırsı hayatımızı kuşattı.
Selamlaşmaz, birbirimizi yeterince sevmez hale geldik. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır.” bilincini  yitirdik. Akraba, dost ve esnaflar madden-manen yardımlaşma ve dayanışmayı unuttu.
Anlayış ve hoşgörü, yerini dayatma ve ötekileştirmeye bıraktı. Takdir değil, tenkit önceliğimiz oldu.
Davranışlarımıza  sevgi / uzlaşı  değil, korku / kavga kültürü yön vermeye başladı.
Şans-talih oyunlarına ( toto, loto, kazı-kazan, iddia v.s ) umut bağlar hale geldik.
Yirmi  kişiden biri uyuşturucu bağımlısı oldu. İçki tüketimi had safhaya ulaştı.
Cinayet, hırsızlık, gasp v.b. suçlar ve suçlu oranları arttı.  Rüşvet ve torpil yaygınlaştı.
Doğruları söylerken mangalda kül bırakmayan, ama söylediklerini yapmayan iki yüzlüler olduk.
Görev ve sorumluluklarının bilincinde olmayan bir toplum haline geldik.
Toplumun bu rahatsızlıklarının  tedavi yolları da var tabii ...
Fatih Sultan Mehmet'in çağdaşı bir medeniyet tarihçisi, Çin, Hint, Rus Medeniyetlerini incelemiş; Osmanlı'ya gelmiş. Bakmış ki adliye çok ıssız. Üç yüz bin nüfusuna rağmen İstanbul'da tek adliye olduğunu öğrenince çok şaşırmış. Nedenini sormuş. Baş kadı: “İstanbul'da üç yüz bin BİR adliye var. Biri burası. Kalanı  müslümanların vicdan mahkemeleri. Biz vicdanların çözemediği ihtilaflara bakarız” deyince; Tarihçi  hükmünü  vermiş: “Mahkemeler işsiz, hapishaneler ıssız ise toplum sağlıklı, değilse hastadır.”
İstanbul'da Avrupa'nın en büyük adliyelerini yapmakla övünmeyelim; üzerinde kara kara düşünelim.
Adliyelerin iş yükü inanılmaz boyutlarda. Milyonlarca dosya Yüksek Yargı'da incelenmeyi bekliyor.
Cezaevleri ağzına kadar doldu. Ceza ve cezaevleri  “suçluları ıslah amacını” gerçekleştiremedi. Aksine; suç örgütlerinin eleman devşirdiği, suçluların bilendiği yerler oldu. Devlet mahkuma iş bulamadı. Tahliye olunca ona suç örgütleri iş buldu.
Allah korkusunu ve üzerine kurulan vicdan mahkemelerini “gökten inen dogmalara (!) inanmayız” diyerek yıktılar. Topluma kısır batı dogmalarını dayatanlar, şimdi adliye ve cezaevi yapmaya yetişemiyorlar.   
Devleti ve yetkilileri düşünmeye, direkleri Allah korkusu olan vicdan mahkemelerini yeniden kurmaya davet ediyorum...
Aksi halde Aziz Milletimizin hesabını,  tarih ve Mahkeme-i  Kübra önünde veremezsiniz...!


Yazarın Diğer Yazıları