Dedem Kabirden Çıksa

 

 

 

Hayret uyandıracak bir buluştan bahseder, “dedem kabirden çıksa”  buna kesinlikle inanmazdı deriz.

Cumhurbaşkanını halkın seçmesi eskilerin hayret edeceği , hatta inanamayacağı bir gelişme.

Eskiden Cumhurbaşkanı olmanın yolu genelkurmay başkanı olmaktan geçerdi. Cumhurbaşkanlığı, her Genelkurmay Başkanının “gönlünde yatan aslandı.” Cumhuriyeti askerler kurduğu için “devletin siyasi geni” buydu.

Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşınca Genelkurmay Başkanları “gerdeğe girecek damat gibi” beklerlerdi.

Faruk Gürler Demirel’den kendisini  Cumhurbaşkanlığına aday göstermesini istemiş, O da, “zamanı gelince gereğini  yaparız paşam” demişti. Buna güvenen Gürler istifa etmiş, Demirel aday göstermeyerek gereğini yapmış, Paşa “eşekten düşmüşe” dönmüştü. Asker kanadında yer yerinden oynamıştı.

Tüm paşalar “ülkeyi biz kurtardık” böbürlenmesi, elitist bir ruh hali ile kendilerini önemli makamların hatta millet ve vatanın “asli sahibi “ görme,”tanrıdan gelen doğal bir hak” olduğuna inanma hastalığı içindeydiler.

Zamanla, bu hastalık öyle ilerledi ki, üstten bakmayı, “halkı insanla hayvan arasında üçüncü bir canlı türü” olarak görmeye kadar vardırdılar. Giyiminden utandığı babasını “kapıcı” diye tanıtan çok bürokrat gördüm.

Cumhurbaşkanlığı makamı çoğu kez bu hastalığa kurban edildi. Ya darbe yaparak oturdular bu makama, ya da darbeciler tarafından oturtuldular. Gürsel , Sunay, Korutürk  ve Cumhurbaşkanlarının çoğu “süs biberi”, “biblo”, “protokol maketi “ olmaktan öteye geçemediler, halka hep mesafeli durdular.

Halk sevmese de edebinden ve devlete bağlılık kültüründen dolayı onlara hep saygı duydu.

 Cumhurbaşkanının birine ziyaret ettiği devletin dilinde “merhaba asker” demeyi  ezberletememişler. Kravatının arkasına not iğnelemişler. Not düşmüş. Cumhurbaşkanı kravatın markasını okumuş: “trevira”  demiş.

  Bir başka Cumhurbaşkanına sucuk fabrikasını gezerken “ineğin canlı girip, diğer yandan sucuk olarak çıktığını” anlatırlar. Cumhurbaşkanı “Peki sucuğu buradan versek öbür taraftan inek olarak çıkar mı?” diye sormuş.

Bu hikayeler gerçek midir? Bilmem. Ama halk bu hikayelerle onları hicvetmekten geri kalmamıştır.

İlk sivil Cumhurbaşkanı Özal ‘ın diğerlerinden farklı ve aktif bir çizgi izlemesi sayesinde Türkiye dışa açıldı. Kabuğunu kırdı. Kapalı bir 3. Dünya ülkesi olmaktan çıkma yolunda önemli adımlar attı.

 Anayasa Mahkemesi 367 kararı ile hukuk cinayeti  işledi. TBMM’nin Cumhurbaşkanı seçmesini engelledi.  Bu tıkanıklık referandumla aşıldı. Anayasanın halkın seçmesi için değiştirilmesi hayırlı sonuçlara yol açtı.

Cumhurbaşkanını elitler değil, halk seçecek ya. Kim seçilirse seçilsin her halde halk kazanacaktır. 

Cumhurbaşkanı tarafsız olmalı imiş. Öyle diyorlar. Tarafsızlık hoş, ama içi boş bir Batı masalıdır. Zira "Düşünmek taraf olmaktır" Medeniyetimizin köklerine baktığımızda tarafsızlık değil, “adalet” kavramını görürüz.

Atatürk ve İnönü CHP genel başkanlığı ile Cumhurbaşkanlığını birlikte yürüterek tarafsız mı görev yaptılar? Gürsel, Sunay, Korutürk, Evren, Özal, Sezer tarafsız mıydı?  28 Şubat çanakçısı Demirel de mi tarafsızdı?

Gazze zulmüne karşı İsrail'i kınamamak, ortada durmak tarafsızlık mı, zulmün tarafında olmak mı?

Ortalığı yakıp yıkan Gezicilere alkış tutmak tarafsızlık mı?, Milletin önünü kesenlerin safında olmak mı?

 Milyonlarca Müslüman’ın ölmesini engellemek bir yana, kınamaya bile cesaret edemeyenleri, hatta İsrail’i destekleyici  açıklamalar yapanlar safında olmak tarafsızlık mı?, yoksa  zulmün ve zalimin tarafında olmak mı?

Kur’an’ı yasaklayan İnönü zihniyetindeki  Aygün ve İnce’nin bu mübarek ayda fütursuzca rakı içmesine kayıtsız kalmak tarafsızlık mı?, milletin inancına ve kültürüne saygısız davrananların tarafında olmak mı?

Kur’an’ı yasaklayan İnönü, ihtilal yanlısı Gürsel,  zalim Evren dönemini yaşayan dedem “kabirden çıkıp baksa” paşa sultasının bittiğini, “Reis-i Cumhur’u” halkın seçtiğini görse, teknolojik gelişmelerden  çok bu duruma hayret ederdi.

Eminim çok da mutlu olurdu…


Yazarın Diğer Yazıları