Suriye Tarihi, Kültürü, Medeniyeti

Ülkemiz Suriye'de bir savaş içerisinde. Peki daha düne kadar bizim topraklarımız olan Suriye'yi ne kadar tanıyoruz? Neredeyse hiç. Bu yazımızda biraz Suriye'nin tarihinden, kültüründen, medeniyetinden bahsedelim.

Suriye hem insanlık hem de bizim tarihimizin kadim topraklarımızdan biri. Yakın zamana kadar Şam'ın bir Konya'dan, bir İstanbul'dan, bir Trabzon'dan farkı yoktu. Hepsi vatanın bir parçası idi. Ancak Milli Mücadele'nin devam ettiği 1921'de Fransızlarla yaptığımız Ankara Antlaşması ile bir anda bizimle ilgisi kalmayan yabancı topraklar oluvermişti ne yazık ki. Hâlbuki Yavuz Sultan Selim'in Mercidabık Seferi'nden sonra vatanımızın bir parçası olan bu topraklar yüzyıllarca Osmanlı tacının en değerli taşlarından biriydi. Hassaten Belde-i muhayyere olan Şam… Hayırlı, seçilmiş belde…

Şam, aslına bakarsanız eski devirlerde bir şehir değil bir bölge adıydı. Bugünkü Suriye topraklarından başlayıp kimilerine göre Malatya'ya kadar uzanan geniş bir coğrafya. Bugün Şam diye andığımız şehrin adı ise "Dımışk/Dımaşk”tı. Bu şehirde üretildiği için de Dımışki diye anılan bir kâğıt çeşidi vardı. Aynı adla kılıç çeşidi de vardı ki Batılılar da ona "Dimascus” derlerdi.

İslam'dan önce ise Şam/Suriye toprakları Bizans ile Pers İmparatorlukları arasında paylaşılamayan güzel bir kız misaliydi. Bu iki süper gücün sık sık yaptıkları savaşlarda bir Bizans kazanıyor, Şam bölgesi onların oluyor; bir Persler kazanıyor, bölgenin yeni sahibi Persler oluyordu. Git geller yaşayan bir bölge... Ebrehe de Perslere karşı bir savaş için Bizans ordusuyla Şam'da birleşmek üzere yola çıkmıştı. Yol üzerindeki Kâbe'yi yıkmak istemiş ancak gerçekleşen ebabil olayı ile (kimilerine göre humma mikrobudur.) Yemen valisinin ordusu Bizanslılar ile birleşememiş ve savaşın galibi Persler olmuştu. Hz. Peygamber de 12 yaşında amcası Ebu Talip ile kervan yolculuğuna çıkmış ve Suriye'nin güneyindeki Busra'ya kadar gitmişti. Peygamberlik vazifesini yerine getirmek için Hz. Peygamberin Busra'ya gönderdiği elçisini Gassani Emiri Şürahbil b. Amr öldürünce Hz. Peygamber bunu savaş sebebi saymış ve Bizans ile Mute Savaşı gerçekleşmişti. 25 bin kişilik İslam ordusunun 100 bin civarındaki Bizans ordusunu yendiği Yermük Savaşı da bugünkü Suriye topraklarında gerçekleşmişti. Hz. Peygamberin ölümünden sonra da Bilal-i Habeşi Medine'de duramaz olmuş ve Suriye'ye göç etmişti. Bugün kabri Şam'dadır. Hz. Muaviye de Suriye valisiydi. Güçlü Kelbi kabilesinden bir kızla evlenerek Şam'da oluşturduğu ordu ile Hz. Ali ile mücadeleye girişmişti. Emeviler de bu topraklarda kurulmuş ve başkent olarak da Dımışk ilan edilmişti. Türkmen beyi Atsız ile Türk vilayeti olan Suriye, Tutuş'un Şam'ı zapt etmesiyle Suriye Selçukluları kurulmuş oluyordu. Eyyübileri, Zengileri, Osmanlıları da katarsak bu coğrafya her zaman önemli bir bölge olma hüviyetini hiç kaybetmemişti. Osmanlı'nın son sultanı Sultan Vahdettin de şu an Şam'daki Sultan Selim Camii'nin bahçesinde metfundur. İttihat ve Terakki'nin üç mühim isminden biri olan Cemal Paşa'nın Suriye'nin son valisi olması bu toprakların önemini açıklamamızı kolaylaştırır. İbn-i Arabi'nin de mezarı Suriye'dedir.

Şam şehri tarih boyunca bir ilim merkezi olma özelliğini hiç yitirmedi. Eski devirlerde ilim bir yerden ve bir hocadan alınmaz, şehir şehir gezilerek her hocanın yanında belli bir vakit kalınarak elde edilirdi. Bu şehirlerin başında da Konya, Buhara, Semerkant, Taşkent, Mekke, Medine ve Şam gelmekteydi. Şam; tıp, kimya, felsefe, astronomi, hadis, tefsir alanında meşhurdu. Bu belde aynı zamanda kutsal bir şehirdi. Hz. Peygamberin "Allahım, Şam'ımızı bize mübarek et!”, "Âhir zamanda Mesih, Şam'a inecektir. O zaman Şam'a giren, fitnelerden emin olur” diye dualarına nail olduğu rivayet edilir. Şeref olarak Kudüs'ün hemen ardından gelir ki bu sebepten Osmanlılar ona "Şam-ı Şerif” derlerdi. Suriye halkı ama özellikle Halep ve Şam şehirleri Türkleri pek sever. Halep'te sokak tabelaları Türkçe'dir. Bir zamanlar hemen herkes Türkçe bilirdi. Aynı zamanda bir ticaret merkezidir de Halep. Halkı zengindir, iyi huylu, güzel insanlardır, kozmopolittir.

Ancak yapılan Skyes-Picot Anlaşması ile Suriye Fransızlara bırakılmış ve Fransa bu önemli bölgeden vazgeçmemek adına Antep, Urfa ve Maraş'tan vazgeçmiştir. Milli Mücadele yıllarında Suriye halkı hiç durmadan Ankara'ya "Gelin, birleşelim ve Fransızları def edelim.” diye telgraflar çekerken Ankara da "Burayı temizleyip geliyoruz. Bekleyin.” mesajları gönderiyordu. Suriyeliler bekledi ancak beklenen yardım hiçbir zaman gelmedi. Ankara Antlaşması ile Fransızlara bırakıldıklarını duyduklarındaki hüznü ve öfkeyi tarif etmeye kelimeler kifayetsiz kalır. Peki o halde kim kimi arkadan vurmuş oluyor? Araplar mı, Türkler mi?

Suriye bir kadim medeniyet beşiği. Fransızlar tarafından "Halktan destek alamasın, bize mecbur kalsın.” diyerek azınlıktan Nusayri Esad ailesi başa getirildi. Ve zulüm başlamış oldu. Devrilmemek için daha büyük zulümler bugün de devam ediyor. Ülke bölünmenin eşiğinde. Batılıların yeni avı Suriye. Isırdıkları yeri parçalamadan bırakmıyorlar. Allah ordumuzun ve muhalif kardeşlerimizin yardımcısı olsun. Selam ve dua ile…


Yazarın Diğer Yazıları