Birinci Dünya Savaşı yılları… İngiltere, halifeliğin kaldırılması, Osmanlı mirasının kreması ve tacın en değerli taşı olan Musul’u alabilmek için Arapları Osmanlıdan ayırma derdinde. Bunun için Şerif Hüseyin’i krallık vaadiyle kiralıyor. Vazifesi isyan etmek. Şerif Hüseyin özgürlük sloganı ve krallık hayaliyle isyan ediyor ama ilerleyen aşamada İngilizler Şerif Hüseyin’in üstünü çizip krallığı Suud ailesine verince o anlarda Şerif Hüseyin’in aklından intikam, gönlünden kin geçiyor olmalı ama iş işten çoktan geçmişti bir kere. Kıbrıs’ta ömrünün son demlerini İngilizlere kanması ve Osmanlıya ihanet etmesinin pişmanlığıyla geçirdiğini Rauf Denktaş anılarında anlatmaktadır.
Şimdi bunu size niye mi anlattım? Müslümanlar uyanık olmalıdır. Ona buna, hele hele Batı’nın dağıttığı pembe pamuk şekerlerine asla kanmamalıdır. Batı tam bir kapitalisttir. Gölgesini satamadığı ağacı keser. Bir Batılıya asla güvenilmez. Suriye’de Esed’e karşı ayaklanmak isteyen muhalifler Amerika’nın sırtını sıvazlamasına güvendi ancak bilmedikleri bir şey vardı ki Esed yalnız başına değildi. Esed, yalnız başına olsa Amerika olmadan da devrilebilirdi lakin arkasında İran hassaten de Rusya vardı. Ve Amerika, Rusya ile asla karşı karşıya gelmek istemez. Kırım’da, Gürcistan’da olduğu gibi. Hal böyle olunca Amerika muhalifleri yüz üstü bırakıp PYD/PKK ile iş tutmaya başladı. Muhalifler Suriye rejimi, İran ve Rusya ile karşı karşıya kalıverdi. Yüz binlerce insan öldü, namuslar gitti, aileler dağıldı, şehirler tarumar oldu, hüzünler ülkesinin adı bilinmeyen vatandaşları oluverdi Suriyeliler. Hayatlarında suya doyamayan bebekler Ege Denizinde suya doydular. Silahlı mücadele başlamamış olsaydı asla bu kadar insan öldürülmez, kadınlara tecavüz edilmez, bebekler parçalanmazdı. Ama savaş başladı. Artık bize düşen kardeşlerimize elimizden gelen yardımı esirgememek, onları Esed’le baş başa bırakmamaktır. Buna karşılık da muhaliflerin üzerine düşen de yenildiklerini kabul edip masada hak elde edip savaşı daha fazla insan ölümüne rağmen devam ettirmemelilerdir.
O zaman mücadele nasıl olmalı? Zulme rıza mı gösterilmeli? Asla. Karşındaki kişi seni acımadan öldürüyorsa o zaman zaten ölüyoruz diye silahlı mücadeleye girersin. Ancak karşındaki kişi öldürmüyor, namusa tasallut olmuyorsa siyasi olarak mücadeleyi devam ettirmek lazım gelir. İnsan yetiştirmekle, eğitmekle mücadele edersin. Tıpkı hapis yatan, partileri kapatılan, siyasi yasaklı yapılan ama inadına silahsız mücadelesine devam eden Necmettin Erbakan gibi. 1970’te attığı tohum 1997 seçimlerinde baş verdi ancak askeri darbe ile o baş koparıldı. Lakin kökü sağlam olan o tohum 2000’lerde tekrar baş verdi ve Hocanın talebeleri yönetimi devraldı. Ektiği tohumlar meyveye durdu. O zaman sabırla silahsız mücadele etmeli inananlar. Unutulmamalıdır ki bir saatlik savaşta on yıllık zulüm düzeninden daha fazla insan ölür. Bir hınçla silaha sarılmanın bedelini minik bedenler parçalanarak öder. Hesap kitap yapılmadan, Batı’ya güvenerek çıkılan yolda Timur’a giden Nasreddin Hoca gibi yalnız kalıverirsin. Çünkü Batı’nın isteyeceği son şey gerçek Müslümanların bir ülkenin başına geçmesidir. O zaman insan yetiştirmekle mücadele edilmeli, hemen silaha sarılmamalıdır. Selam ve dua ile…