Bir ülkenin gelişmişlik düzeyi gayri safi milli hasılası değil yetişmiş insanlarıdır. 1. Dünya Savaşı’ndan tam manasıyla dibi görerek çıkan Almanya, yetişmiş insan gücü sayesinde çok değil 20 yıl içinde dünyanın zirvesine tekrar tırmanmayı bilebilmiştir. 2 Dünya Savaşı sonunda gördüğü dipten dünyanın en büyük 8 ekonomisinden biri olabilmeyi yeniden başarmıştır. Aynı durumu Japonya için de geçerli. Buna karşılık Osmanlı’daki en büyük sorun “kaht-ı rical”di. Yani adam kıtlığı. Osmanlı’nın elinde yağ, un, şeker var, lakin onu helva yapacak ustası yoktu.
Peki insanları yetiştiren öğretmen kalitesi nasıl artırılır? Üniversiteye girişte öğrencilerin öncelikli tercihi tıp, eczacılık, mühendislik, hukuk gibi alanlar. Peki, buraları kazanamayan öğrenciler nereyi tercih etmekte? Öğretmenlikleri... Çünkü çocuklar biliyor ki öğretmenlerin maaşı az. Niye maaşı olan bir mesleği seçsin ki? Uzman dahi olmayan bir doktor 10 bin liraya yakın maaş alırken, sıradan bir hâkim ve savcı 6-7 bin lira alırken yeni başlayan bir öğretmen 3 bin lira bile alamamakta. İşte bu sebepten hiçbir yeri kazanamayan en başarısız öğrenciler öğretmen olmaktadır. Sonrasında bu en başarısız öğrencilerin eğittiği öğrenciler doktor, hâkim, mühendis olurken bunların en başarısızları tekrar öğretmen oluyor. Sonra bu en başarısızların yetiştirdiği en başarısızlar tekrar öğretmen oluyor ve bu kısır döngü mütemadiyen sürüp gidiyor. Siyasi erkin artık bu gidişe bir dur demesi gerekmektedir. Bunun yolu ise maaşların yükseltilmesinden geçiyor. Maaşların yükseltilmesi şu an var olan öğretmenlerin kalitesini artırmaz ancak bundan sonra zeki ve bilgili gençlerin öğretmenliği seçmelerini sağlar. Sultan II. Abdülhamit Han, tahta çıkmasının ardından devletin tasarruf politikası gereği herkesin maaşını yarıya indirmiş ancak sonrasında “Eğitimi geliştirmek isterken öğretmenlerin maaşlarını düşürmek olmaz!” diyerek öğretmenlerin maaşını tekrar eski haline getirmiştir. (Vahdettin Engin, Bir Devrin Son Sultanı Sultan II. Abdülhamid, s. 114) 24 Kasımlarda öğretmenlikle ilgili “Öğretmenlik öyle kutsal bir meslektir ki bu işin karşılığı maddiyatla ölçülmez” gibi nutuklar kimsenin umrunda değil. Bu tür hamasi sözler zeki ve bilgili gençlerin öğretmenliğe ilgisini artırmıyor. Öğretmenliklere en düşük puanlı öğrenciler gittiği için tarih bölümünde öğretim üyesi olan bir tanıdığım “Bizim bölümde öğretim üyesi olmaktansa, iyi bir lisede öğretmen olmayı tercih ederim” demişti.
Rotasyon adı verilen uygulama ile öğretmeni taciz etmenin, rahatsız etmenin hiçbir gereği yok. Bölge rotasyonu ile bir öğretmenin bir kaç km ötredeki başka bir okula zorla göndermenin eğitime ne katkısı olabilir acaba? Bırakın öğretmen bir okulu ve öğrenceyi sahiplensin. Öğretmene “Gelip geçiciyim!” dedirtirseniz öğretmen o okulu da öğrenciyi de sahiplenmez. Öğretmenlik kafa işidir. Öğretmenin dersini güzelce verebilmesi için kafasının rahat olması lazım gelir. İkide bir gündeme getirilen rotasyon ile öğretmenin kafasını iğdiş edilmesinin bırakılması gerekmektedir.
Geleceği söylenen, “öğretmene öğrencinin puan vermesi” gibi akla zarar projelerin akıldan bile geçirilmemesi gerekmektedir. Mahkûmlarım hâkim ve savcılara puan vermesi getirilirse ne ala. Aksi halde öğrenciden puan alabilmek için şirinlikler yapan, düşük not veremeyen, derste öğrenci ne isterse onu yapan, hele sınıfta hiç bırakamayan öğretmenler türeyecektir. Nekahet aşamasında olan eğitimimiz sekerat haline gelecektir. Eğitimimizin istenilen seviyeye gelebilmesi için yapılan bu tavsiyeler inşallah göz önüne alınır, Fuzûlî haklı çıkarılmaz:
Söylesem tesiri yok
Sussam gönül razı değil
Selam ve dua ile…