İranlılar; dünyanın en eski milleti olma yolunda Yunanlarla, Türklerle ve Hintlerle hiç şüphesiz yarışır. Asıl adları Persler/Parslardır; ancak Arapçada “p” sesi olmadığı için Araplar onlara Fars demiş, bize de öyle geçmiştir. Kadim bir millet olduğu gibi kadim bir medeniyet de. Dünyanın devlet geleneği en sağlam ve en eski milletlerinden. Hatta Müslüman olduktan sonra biz Türkler devlet kurumlarımızı Bizans özellikle de Fars geleneğine göre şekillendirmişizdir.
İnancımızdan dolayı dost, tarih boyunca siyasi rakiplerimiz oldukları için de düşman olan bu kardeş milleti, hassaten de mimarilerini merak ediyordum. Saygıdeğer edebiyat öğretmeni Musa Avcı hocam ile birlikte İran’a bir gezi düzenlemeye karar verdik. Öncesinde İran seyahati hakkında pek çok kişi ile görüştüm, pek çok yazı okudum. O kadar çok araştırma yaptım ki gitmeden İran’ı gezmiş kadar oldum. Bir seyahate çıkmadan önce gidenlerin tecrübelerini muhakkak surette dinlemek, okumak gerek.
Öncelikle en çok merak edilen soruya cevap vereyim. Seyahat kaça mal oldu? Yaklaşık bir haftalık gezimiz 1200 liraya mâl oldu. Tecrübesizliklerimizden dolayı bu rakama mâl oldu. Eğer ki şimdiki tecrübemiz olsaydı 1000 lirayı bulmazdı. Evet, yurt dışında bir ülkeyi gezmek bin lirayı bulmazdı. Hem de emrinizde bir taksi ile şehir şehir dolaşarak. Otobüsten otobüse binerek değil. Biz İran’a Van sınır kapısından girmeye karar verdik. İran, Türk insanından vize istemeyen pek çok ülkeden biri. Pasaportunuzun olması ve pasaportunuzda İsrail vizesi olmaması yeterli. Sınırdan kolayca geçiyorsunuz. Daha önce ayarladığımız Azeri taksici arkadaş sınır kapısında bizleri bekliyordu. Bizi aldı ve Tebriz’e geçtik. Tebriz büyük bir Türk şehri. Şehirde Farsça duyamıyorsunuz. Herkes Türk. İran’ın ortalarına kadar Fars göremezsiniz zaten. Azerilerle yavaş konuştukları takdirde anlaşırsınız. Dil problemi yaşanmıyor. Genel olarak kelimeler ortak ancak onlardaki anlamları farklı. Düşmek=inmek, saklamak=koymak, çörek=ekmek, vurmak=yüklemek gibi. Onları da cümlenin gelişinden çıkarıyor, anlıyorsunuz. İran’ın yarısı Azeri, diğer yarısıyla da şöyle böyle anlaşıyorsunuz zaten. İmamzade Seyyit Hamza türbesi Tebriz’de ziyaret edilmesi gereken mekânların başında geliyor.
Tebriz’den İsfahan’a 14 saat kara yolculuğu ile geçtik. İranlılar İsfahan için “İsfahan, nısf-ı cihan” derler. Yani “İsfahan cihanın yarısıdır.” Bu şehri görmeden bu sözün manası anlaşılamaz. Şehir büyük ve güzel. Ancak şehri cihanın yarısı yapan yolları, binaları değil. Bir istiridye misali içinde sakladığı camiler, hanlar, türbeler. Hani klişe bir tabir vardır ya kelimeler kifayetsiz kalıyor diye. İşte buradaki ziyaretgâhlar tam da böyle. Kelimelerin yetersiz kaldığı, büyüleyici mekânlar. Buraları gözlerin görmesi lazım, anlatanları dinlemek yetmez. İsfahan’daki ziyaret yerlerini dünyanın en iyi hatibi anlatmakta, en iyi şairi övmekte aciz kalır. Döndüğünüzde dostlarınıza İsfahan’ı anlatırken en çok “mükemmel, olağanüstü, muhteşem, inanılmaz…” gibi kelimeleri kullanacaksınız. Güzel kelimesi duygularınızı anlatmakta aciz ve nakıs kalacak. Bizim camilerimiz azametli, haşmetli, görkemli İran’ın camileri ise büyük olmamasına karşın bir o kadar süslü, gösterişli. Gözler estetiğe boyanıyor, kendinden geçiyor. Çini sanatıyla camilerini mavi boncuğa çevirmişler. 12 imamın ailesinin türbelerinde minik ayna parçalarıyla yaptıkları süslemeler anlatılamayacak kadar güzel. Alışık olmadığımız bir süsleme tarzı olduğu için ilk olarak biraz garip geliyor ama biraz vakit geçip de ortama alışınca kendinizi güzelliğin cazibesine kaptırıyorsunuz. Sadece çiniler, aynalar değil. Kûfî hattı çok güzel kullanmışlar ve bunun yanında giriş kapılarının üstünde geometrik şekillerle fevkalade süslemeler oluşturmuşlar. Hat sanatını görünce Picasso’nun “Benim sanatta ulaşmak istediğim noktaya Müslümanlar 500 yıl önce varmışlar.” demesi gibi İranlılar(aslına bakarsanız çoğu Selçuklu eseridir) insanoğlunun estetikte varmak istediği noktaya yüzyıllar öncesinden ulaşmışlar. Hele ki şehrin meydanında “İmam meydanı” namında bir yerleri var ki dünyadaki pek az şehir İsfahan’ı kıskanmayabilir. UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'ndeki meydan Ali Kapu Sarayı, Şeyh Lütfullah Camii ve Şah(İmam) Camii adında üç mücevher ile süslenmiş. Akşam olunca gecenin geç saatlerine kadar aileler burada geziyor, oyunlar oynuyor, alışveriş yapıyor, getirdikleri şeyleri yiyor, içiyorlar. Unutamayacağım çok güzel manzaralar vardı.
Yarın İran seyahatimize kaldığımız yerden devam edeceğiz.