İnsan

İnsan, tarih boyunca insanın tarifini yapmış. İnsanın en çok tarifini yaptığı şey belki de insan. İnsan nedir sorusuna verilebilecek cevap belki de bir boyutta dünyayı şekillendirdiği için her şey, bir boyutta da bu şekillendirmelerin hiçbir anlamı olmaması sebebiyle de hiçbir şey. İnsan dünyada her şey, kâinatta hiçbir; etrafına göre çok, hakikatte bir hiç... Pascal insanı tarif ederken “Sonsuz karşısında hiç, hiçe kıyasla sonsuz, hiçle sonsuz arasında bir köprü” demiş.
Dünyaya arzularımızı karşılamakla karşılamamak arasındaki dengeyi kurmaya gelmişiz. İnsan ip üzerindeki cambaz. Susuzluktan ölürken aşağıdaki suya düşmemeye çalışan zavallı. Aşağıya fazla eğilen düşüyor. Alkışı, arayı bulan alıyor. Bir kral da bir dilenci de hırslarını karşılamak için didinip duruyor hayatları boyunca. Tek farkları birisinin hırsı ekmek, diğerininki dünya... Dilencinin işi daha zor. Çünkü o ekmeğe ulaşmak için yalnız başına mücadele etmek zorunda. Kral bir orduyla… Montaigne “Kral da dilenci de aynı iştahla acıkır” derken bizimle aynı şeyleri beyninden geçirmiş olmalı. Kimisinin kadın, kimisinin para, kimisinin makam… Ancak kim olursa olsun herkes bu dünyada hırsını ve arzularını tatmin için yaşamakta. Dindarlar bile cennette yaşayacakları sonsuz zevklerin hayaliyle yaşıyor. Kendisini beyninin yönettiğini sanan mahlûk-i âciz: insan. İnsan ya hırsından kazanıyor ya hırsından kaybediyor. Bu dünyanın itici gücü hırs ve arzular. Yaratıcı, ömür denilen uzun yolda bitivermesin diye insanın içine itici gücü olan hırsı, arzuları bol bol koymuş. Yenilenebilir bir enerji kaynağı aynı zamanda arzular. Her daim yenileniyor. Sabah susturduğu arzuları, öğlene doğru dedikoducu bir kadın gibi başının etini yiyip duruyor. Akşam tekrar. Her şey sil baştan…
İnsan hapishanede… Kaçış yok. Hürriyet haram. Önce anne karnında göz altı, sonra 70 yıla mahkum. Bazen erken tahliye. Özgürlükten sonraki hayattan korkanlar da sonsuz mahkûmiyetin peşine düşmüşler ab-ı hayatla. Kimse ab-ı hayatı bulacak kadar büyük suç işleyememiş. Suçsuz gelip suçlu gidiyoruz bu dünyadan. Başkasının suçu bize kesilmiş, bizim suçumuz başkasına... Hepimiz kendi zindanımızda bir kral. Güvercin Gerdanlığı’nda İbn-i Hazm “Hepimiz birkaç dakikalık bir zevkin cezasını çekiyoruz.” derken “kral çıplak” deyivermiş  aslında. 
Ancak ceza bu kadar ağır olmamalıydı belki de. Her türlü arzunun rengârenk şekerlerin yerleştirildiği şekerci dükkânı gibi olan bu dünyada benliğimiz şekere her elini uzattığında eline vurulan bir çocuk gibi masum ve çaresiz kalakalmalıydı? İçine kapanıp çaresizliği içselleştirmeli, kabul edilmiş çaresizliğin bir numunesi olarak hiçbir şey yokmuş gibi raflar arasında dolaşıp durmalı mıydı? Yahut şekere dokunmak gibi affedilmez hata yapanlar “af” mı beklemeliydi? 
İnsan, hiçbir şeyin sahibi olamayan her şeyin sahibi varlık. Satranç tahtasının şahı. Ancak bütün oyunlar onun üzerine kurulu. Kaç, saklan, bekle…  Gel gör ki kazanan da kaybeden de karanlık bir kutuya kapatılıyor oyun bitince. Selam ve dua ile…
 

Yazarın Diğer Yazıları