RİM’İN DEDESİ
VATAN VE İSLAM ŞAİRİ
DOĞAL ŞİFA KAYNAĞI: YEŞİL ÇAY
İNGİLİZLER VE HİNDİSTAN’IN KARANLIK TARİHİ
‘DİNDE ZORLAMA YOKTUR’ U NASIL ANLAMALIYIZ?
TÜRKİYE VE SURİYE: DAHA GÜZEL GÜNLERE
Batılı eğitim sistemi ne zaman iflas eder?
Araç satışında yetki belgeli esnafımız bu sistemden muaf olsun
Ticari ahlaksızlık enflasyondan daha hızlı yükseliyor
SULTAN VAHDETTİN’İN MEZARI TÜRKİYE’YE GETİRİLSİN
İman-Hikmet-Gayret-Tevekkül
ÖZGÜRLÜĞE SELAM SURİYE
Oynamak İstemeyenler Varsa İsteyenler Oynasın
ALMANYA’DA TÜRK OLMAK -2-
Nasrettin Hoca’nın İzinde:AKŞEHİR
Merhaba Yeni Suriye
Futbolun Yazılı Olmayan Kuralı…
SURİYE’NİN BÖLÜNMESİ
Alfa Romeo Junior
KONYALISIN ETLİEKMEK
İbni Haldun; "coğrafya kaderdir” der. Evet, coğrafya; olduğu kadarıyla kabul edilmesi gereken ve olduğu kadarıyla yetinilmesi gereken vazgeçilemez, devredilemez, göz ardı edilemez bir hakikattir.
Bırakılıp gidilemez mi?
Evet, belki bırakılıp gidilebilir. Ancak inanın, bırakıp gitseniz bile yanınızda o coğrafyanın dertlerini, sıkıntılarını, kültürünü, inancını alıp gidersiniz. Yani dünyanın öbür ucuna dahi gitseniz, coğrafyanızdan mutlaka bir parça sizin ile gelir.
Bin yıllık bir coğrafyadan bahsediyorum. Belki kalem veya söz ile bin yıl diyorum ama aslında binlerce yıllık bir coğrafya. Buraya sonradan gelen herkes bin yıl boyunca sadece geldiği yerden gelenler ile akraba kalmadı. Buraya gelenler ile burada bulunanlar bin yıl boyunca çok yönlü kaynaştılar. Kız aldılar, kız verdiler. Arkadaş oldular, dost oldular, akraba oldular. Artık genetik olarak geriye dönüp baktığımızda, birini birinden ayrıt etmemiz mümkün değil. Yani özetle, kaderi kaderde erittiler.
Anadolu coğrafyasında karar kılmak zor şey. Anadolu coğrafyasında karar kılmak, zora gönüllü olarak talipli olmaktır. Sürekli hareketli, sürekli eli tetikte olmayı gerektirir. Bana sorsanız Anadolu'dan daha zoru var mı diye, derim ki yok. Atalar, zoru kolaylaştırmak için çok uğraştılar. Viyana'yı aşıp, Avrupa'yı İslamlaştırmayı başarabilselerdi, kolaylaşacaktı. Ama olmadı. Geldikleri yollarda tanıştıkları din omuzlarına kutsal ama ağır bir yük yükledi. Onlar artık İslam topraklarının en batı ucunda, dinin ve ümmetin bekçileri olacaklardı. İleri uç jandarma görevi onlara verilmişti. Endülüs'ün 15. asrın sonlarında yıkılması ile birlikte, daha ileride hiç kimseleri kalmadı. Gelip yerleştikleri ve daha ileriye gidemedikleri bu topraklarda "kaderin üzerinde bir kader” ile tanıştılar.
İdam, ilahi hukuk nizamının olmazsa olmaz cezası. İdam, haksız yere cana kıyanlara anlayacakları dille karşılık verme refleksi. İdam adaleti dağıtmada terazinin iki kefesini eşit kılma sanatı.
Ancak idam'ın tüm bunlardan öte bir anlamı var. Çünkü bu ifadeler suç işlendikten sonraki boyut ile ilgili. İlahi hukukta asl olan ise, suçun işlenmemesidir. Yani caydırıcılıktır. Bu yönü ile idam, hukuktaki caydırıcılık ilkesinin son raddesidir.
Hangi yönü ile ele alırsanız alın, Allah'a ve onun eşsiz kitabına inananlardan hiç kimsenin İdam'ı ret etme hak ve salahiyeti yoktur.
İdam'ın beşeri hukukta uygulanması meselesine gelince… Burada durum değişmektedir. Hangi makam, hangi gerekçe ile hangi durumlarda, neyi referans göstererek, hangi kriterler eşliğinde İdam'a karar verecek. İşte cevap verilmekte zorluk çekilen durum bu.
Bir örnek ile konuyu açalım. 12 Eylül 1980 darbesini bizim yaşımızdakiler ve bizden yaşça büyükler iyi bilirler. Kenan Evren, darbeyi yaptıktan sonra birçok insanı astı. İdam etti. Daha sonra konuk olduğu bir televizyon programında aynen şunları söylemişti. "Biz o dönem bir sağdan bir soldan astık”
Her on yılda bir darbe ve benzeri sıkıntılarla karşılaşılan bir ülkede "idam” konusunda karar vermek hiç de kolay değil. Bir an şöyle düşünün, yasalarında idamın bulunduğu bir ülkede 15 Temmuz'u yapanlar başarılı olsalardı durum ne olurdu. Kenan Evren'in yaptığının kat kat fazlasını yaparlar mıydı, yapmazlar mıydı?
İşte karar vericileri düşündüren mesele bu.
Peki, akılcı bir yöntemle "idam” meselesine bir çözüm bulunabilir mi?
Mutlaka bulunur. Bulunmalı.
Bunca askerimizi, polisimizi ve masum halkımızı şehit eden hainler, küçücük evlatlarımıza kıyan sapık caniler, ellerini kollarını sallaya sallaya gezip dolaşsınlar mı? Veya bu hain ve sapıkları tosun besler gibi cezaevlerinde besleyelim mi?
Buna gönlümüz razı olmaz.
Allah'ın kitabında ölçüsünü koyduğu şekliyle olmak kaydıyla, mutlaka bir yol bulunacağına inanıyorum.
"Kader”, "coğrafya”, "idam”.. Ne alaka diyeceksiniz?
Yazayım.
Tüm dünyanın gözlerinin bu topraklarda olduğu, tüm güçlerin hedefinde bu milletin bulunduğu herkesin kabul ettiği bir gerçek.
Müslümanız elhamdüllilah. Dinimiz, cana kıyanlara "kısas” öngörüyor.
Çeşitli gailelerle yarım asrı aşkın zamandır Avrupa Birliğine girmek için uğraşıyoruz. Avrupa Birliği yasalarında "idam” yok.
Vatanın bölünmezliği ve milletin bekası için yoğun çaba sarf etmekteyiz. İçimizdeki hainler ile dışımızdaki düşmanlar demoklesin kılıcı gibi başımızda durmakta.
Suriyelilerin, Iraklıların, Afganistanlıların başları sıkıştığında sığınacakları "Türkiye” gibi bir ülke var, ama bizim başımız sıkıştığında gideceğimiz bir ülke maalesef yok.
İşte böyle… Coğrafyası kaderi haline gelmiş bir ülkede, idamda karar kılmak kolay değil.
Biz kaderde ne yazdığını bilemeyiz. Onu bilen Allah'tır. Ancak, biliriz ki, Allah'ın kanununda "idam” var.
Başkan Erdoğan, "biraz sabredin” dediyse, bildiği bir şey vardır… Ancak işinin zor olduğunu söyleyebiliriz. Tüm zor işler de ona düşüyor. İmtihan meselesi….
Merhaba Yeni Suriye
İnce Minaremizi İsteriz
500’ünü yıktık daha da yıkacağız
Güzel bir gelenek, hoş bir seda
Şaşırdık mı?
Fetullah öldü ama FETÖ yaşıyor
Bakan çiftçiye güldü mü?
Yönetim rahatlama, Çamdalı rahatlatma peşinde
İdam isteriz!
Narini biz öldürdük! Diğerlerini öldürmeyelim