Bu topraklara ayak basalı 1000 yılı aşkın süre geçmiş. Türk milletinin Orta Asya’dan Ön Asya’ya göçü dünya tarihini değiştiren önemli bir hadisedir. Yüzyıllar boyu devam eden göç, bugünkü anlamda bugün “Orta Asya’dayız, yarın Ön Asya’dayız” şeklinde olmadı elbette. Göç kervanlarının; bulunduğu noktadan, bugünkü noktaya geçişi yüzyıllar aldı. O yüzyıllar başka milletlerle, başka kültürlerle, başak medeniyetlerle tanışmalarını sağladı. Konakladıkları her yerde yeni şeyler öğrenerek yollarına devam ettiler. Her öğrendikleri şey, onları olgunlaştırdı, geliştirdi, büyüttü. Anadolu’ya ayak bastıklarında dört büyük kültürü aynı potada erittiler. Kendi kültürleri, Fars kültürü, Arap Kültürü ve Bizans Kültürü.
Ve yine çok sayıda inanç sistemiyle tanıştılar. Kendi dinleri, Fars topluluklarının dinleri, bu coğrafyada yaşayan bugün varlığını bilemediğimiz birçok inanç şekleri, Hıristiyanlık ve tabii ki İslam. Bu çoğul kültür ve inanç sistemleri içerisinde olgunlaşan aziz millet, ayrı dinleri, ayrı renkleri, ayrı ırkları, ayrı mezhepleri kendi akıl süzgecinden geçirdi. Ve dünyaya hâkim olmanın sırrını da Müslüman olduktan sonra öğrendi. İslam sayesinde insanın fıtratını öğrendiler. İnsan fıtratı, sünnettullahı arıyordu. Dünyayı Allah’ın kanunlarıyla yönetirsen başarılı olabilirdin. Nihayetinde öyle yaptılar.
Ne zamanki, kendi bulduğu bu ilahi SIR’dan uzaklaştı milleti yönetenler, o zaman yenilgi mukadder oldu. Hıristiyan inancındaki din taassubu, ilkel topluluklardaki ırkçı politikalar, Fars genetiğindeki mezhep önceliği milletin koca gövdesini kanser virüsü gibi kemirdi. Ve hastalıklı gövdenin günün birinde devrilmesiyle her şey tarumar oldu. Devrilen gövdenin gölgesinde filizlenen onlarca devlet var olma mücadelesi verirken, en güçlü filiz yine hiç şüphesiz Anadolu topraklarında yeşerdi. Bu süre zarfında ne zaman güçlenmeye dursa yeni filiz, hep kökünden kestiler. 1960’ta, 1971’de, 1980’de, 1997’de kestiler, fakat kökünü bu topraklardan ayıramadılar.
2000’lerden sonra daha gür çıktı yeni filiz. Bu sefer kökünden kesmeye güçleri yetmedi. 27 Nisan muhtırası, parti kapatma, MİT krizi, 17-25 Aralık ve son olarak 15 Temmuz, kökünden kesmeye çalıştıkları YENİ ÇINAR’a ancak budama tesiri yaptı. Budandıkça güçlendi.
Ve şimdi, budandıkça güçlenen YENİ ÇINAR’ın boy verip serpilebilmesi için önündeki son engelin de aşılması gerekiyor. Ecdadımızın kanlarıyla sulanan bu mümbit topraklarda yeniden boy veren Çınar, naylonla örtülmüş sera misali üzerindeki örtüyü kaldırmayı bekliyor. Yoksa büyüyemeyecek. Yoksa serpilmeyecek. Yoksa kendi milletine de, kucağında filizlenen diğer Müslüman milletlere de gölgelik yapamayacak.
Cumhuriyetten bu yana, kendi özüne uygun bir sistem bulamayan büyük milletin önündeki engeller tek tek kaldırılıyor. Son bir engel kaldı. Cumhurbaşkanlığı sistemi.
Dünyada herkes bilir ki, hiçbir idarede çift başlılık olmaz. Küçük bir ailede veya basit bir şirkette iki reis veya iki yönetici olmadığı gibi, devlet yönetiminde de çift başlılık olmaz. Şimdi yapılmak istenen çift başlı yönetim arasına sıkıştırılmış yüce milletimizi, bu kıskacın içerisinden çıkarmak. Tarihimizdeki o eski ihtişamlı günlere ulaşabilmemiz için bu engeli de aşmamız gerekiyor. Onun için önümüzdeki REFERANDUM, önemli bir dönüm noktası.