Zahmetten Kaçarak Rahmete Ulaşılabilir mi?
AİLE VE MUALLİMLİK
FEDAKÂR, DAVA ADAMI EĞİTİMCİLERİMİZİN 24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ KUTLUYORUM
İnce Minaremizi İsteriz
İNSANIN KÖLELEŞTİRİLMESİ VE YENİDÜNYA DÜZENİ
FIRSAT
KURTULUŞ İSLAM’DADIR…
Üzerimize boca edilen kötü haberler
Bugünlerde araçlarda kış lastiğinin önemi ve zamanı
2025 yılında döviz kurlarında dalgalanmalar(volatilite) yaşanır mı?
Ebu’l-Ala el-Ma’arri’nin Risaletu’l-gufran Adlı Eseri
Beyşehir Gölü’nde Suyun ve Emeğin İzinde
ABD’nin Ortadoğu Haritası
Alfa Romeo Junior
Organize İşler
Konyaspor Sezonun En İyi Oyununu Oynadı
ÖCALAN SİLAH BIRAKIN DERSE NE OLUR?
KONYALISIN ETLİEKMEK
Gönüllerin fethi, kalplerin yumuşaması için; güzel söylemek, tatlı söylemek, gönül alıcı sözler sarf etmek insan olmamızın ve insanlara yaklaşımımızın bir göstergesidir.
İnsanlar; güzellikten, tatlı sözden, gönül okşayan tavırlardan haz alır. Onun için, “tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır”, “dilim, etti beni dilim dilim”, “ağzından çıkanı kulağın duysun”, “ya hayır söyle yahut sus”, “boş sözü terk etmesi, insanın imanının olgunluğundandır”, “Niçin yapmadığınızı söylersiniz?” v.b… hayat boyu bir çeşit iksir veya hayat veren prensip kabilinden güzel sözlerdir.
Ağzımızdaki dil, aslında bir et parçasıdır, her tarafa döner; iyiye de, kötüye de. Hz. Ali (RA); “söz sizin esirinizdir. Ağzınızdan çıktıktan sonra siz, onun esiri olursunuz” der.
Bununla ilgili olarak Yunus ne güzel söyler;
“Söz ola kestire başı,
Söz ola kese savaşı,
Söz ola ağulu aşı,
Yağ ile bal ede biz söz.”
Kur’an’da yüce yaratıcımız; “Ey Musa, Firavun’a tatlı söz söyle” derken, Hz. Muhammed (SAV)’e; “eğer sen sert mizaçlı, sert sözlü olsaydın kimse etrafında bulunmazdı” diyerek dili iyi kullanmanın, insanlara karşı kırıcı konuşmamanın yollarını anlatıyor.
Kalp kâbesi, taştan tuğladan olan Mekke’deki Kâbe’den daha önemlidir. Eğer Kâbe’ye gidip yüz sürmüşsek, bundan sonra hiçbir insanın kalbini kıracak, onu mutsuz edecek tavırlar takınamayız, takınmamalıyız. Bu; “demek ki güzel söz söylemek hacıların işi, öyleyse ben hacca gitmediğime göre tatsız konuşabilirim” anlamına gelmez, gelemez.
Diyelim ki, herkesle restleştik, herkese estik gürledik, bağırıp çağırdık, yalan yanlış ifadeler kullanarak önümüze geleni rahatsız ettik! Kim kaybeder? Sonuçta kim zararlı çıkar? “keskin sirke küpüne zarar verir” denir. Öfkeyle kalkan zararla oturur. Sert mizaçlı olanların dostu olmaz. Bunlar arkadaş edinemez. İnsanlar etraflarından birer birer ayrılır gider. Tek başına kalır, yalnızları oynar. Kimse selamını almaz, kimse de selam vermez. Hal hatır sormaz. Kapı karşı komşusu kapısını açmaz, bir ihtiyacı olunca yardımına koşmaz. Düşerse kaldıran bulunmaz.
Hikaye olarak anlatılır ama bize çok büyük dersler verir;
“Bir padişah aşçısına; “bugün sevdiğim dostlarım, yarenlerim gelecek onlara en iyi yemeklerden yap” demiş, aşçı da tamamen dilden ibaret yemekler yapmış. Bir başka zaman yine aşçıya; “bugün de sevmediğim insanlar, düşman devlet erkanı gelecek bunlara da hoşa gitmeyen yemeklerden yap” talimatını vermiş. Aşçı yine dilden yemekler yapmış. Padişah, misafirleri gidince aşçıya, “evladım! Sevdiklerime de dil yemeği, sevmediklerime de dil yemeği yaptın. Niçin böyle bir yol izledin?” deyince aşçı; “yüce sultanım! Dilden daha tatlı, dilden daha güzel bir şey olabilir mi? Yine, dilden daha tehlikeli ve dilden daha acı bir nesne bulunur mu? Düşüncesiyle böyle yaptım” karşılığını vermiş.
“Ele geleni yersin,
Dile geleni dersin,
Böyle dervişlik dursun,
Sen derviş olamazsın” diyor Yunus Emre.
Bugün Allah için ne yaptık? Hangi insanın kalbini kazandık? Kimleri dilimizle zehirledik? Kimlere gönül Kâbemizi açtık? İnsanlarla ünsiyet kurmanın başlangıcı, selamdır. Selamlaşanlar; “benden sana zarar gelmez” demek istiyorlar. Selamı alanlar da, “benden de sana zarar gelmez” anlamına gelen beden dilini kullanıyorlar!
“Ben iyiyim sen fena, ben yiyeyim sen yeme” demeyelim. Daima empati duygularımızı önde tutalım. İnsanları yargılamaktan vaz geçelim. Karşımızdaki kişilere bir şey buyururken, emredici, tepeden bakıcı tavırları terk edelim. Kimsenin kusurunu araştırmayalım. Mevlana’nın yedi öğüdünü unutmayalım; Şöyle der Mevlana;
1. Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
2. Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
3. Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
4. Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
5. Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
6. Hoş görülülükte deniz gibi ol.
7. Ya olduğun gibi görün,Ya göründüğün gibi ol.
AİLE VE MUALLİMLİK
“KEŞKE” DEMEMEK İÇİN
NE KADAR SAMİMİYİZ?
MIZRAK ÇUVALA GİRMEZ
MANKURTLAR
SELÇUKYA NELER YAPIYOR?
GÖNÜL FATİHLERİ
16 KONYA EFSANESİ
ERENLER DÜNYASI
VAKT-İ MUHABBET