DENEMELERİM

  1. yılından itibaren başladığım yazarlık hayatımda kaleme aldığım günlük gazete makale ve denemelerimi kitaplaştırmak gerekti. Zira gazete köşe yazıları bir süre sonra, gazeteyle birlikte atılmakta ve emekler boşa gitmekteydi. Bu; "söz uçar yazı kalır” anlayışına uygun olarak en doğru yolun kitaplaştırmaktan geçtiğiydi.
  2. sene; 2340 hafta, 16380 gün ediyordu. Her gün yazdım ve hala yazıyorum. Yani 16380 sayfa yazı oldu. Haydi bunun Pazarlarını çıkaralım, arada sırada yazamadığım günleri göz önüne almayalım, bayramları, hastalıkları, tatile gittiğimde köşemi boş bıraktığım zamanları da düşünürsek yuvarlak olarak 16.000 sayfa yazı eder. Nereden baksak 200 sayfalık kitaptan 80 tane kitap eder.

Gönül dostlarıyla yüz yüze yaptığımız çay sohbetleri, imza günlerinde okurlarım ve öğrencilerimle yaptığımız söyleşiler, okullara davet edilerek icra ettiğimiz; "Öğrenci/Yazar buluşmaları”, televizyon ve radyo konuşmalarımız kitap olmalı.

İşte bu düşünceden; "YAŞADIKÇA” isimli bir kitap meydana geldi. Neden bu ismi verdim? Tabii başka isimler de verebilirdim. Ama en sıcak ve bana en yakın gelen ve de hepimizi ilgilendiren hayat serüveni içinde yaşadıklarımız, gördüklerimiz, denediklerimiz, "keşke” dediklerimiz, pişman olduklarımız, acısıyla tatlısıyla, iyisi ve kötüsüyle geçtiğimiz zaman köprüsünden geçmişe bakıp hayıflandığımız, "eyvah” ettiğimiz, bir yaşanmışlıktır.

Her insan bunu yaşamaktadır. Her canda mutlaka bir hayat tecrübesi mevcuttur. Hayatı tecrübe etmeyen, hayattan ders çıkarmayan veya ders çıkarmayı bilmeyenlerin hayatta söyleyecek sözleri olamaz. Bir eli yağda, bir eli balda olanlar, aklını terletmeyenler, emek vermeyenler, aklını kullanmayanlar, düşünce geliştirmeyip aklını kiraya verenler…insanlığa ve ülkelerine hizmet etme güzelliğinden mahrumdur.

Yazmak, dünyanın en mutluluk veren işi. Eli kalem tutan, okumayı beceren herkesin mutlaka yazması gerekir. Hele mesleği "Öğretmen” olanların yazmadan kaçması düşünülemez. Yazmak için okumak şarttır. Okumayan yazamaz.

"Okumadan alim, yazmadan katip” diye bir söz var. Evet gerçekten okumadan bilgi sahibi olunmaz. Yazıya dökmeden de bir şeyleri yazdım diyemezsiniz. Bu yüzden ilk emir; "Oku” olmuştur. Okumayı sadece kitap olarak düşünemeyiz.

"Çok gezen mi bilir? Çok okuyan mı?” diye de güzel sözümüz var. Aslında gezerek, görerek, dokunarak, sorarak, yaşayarak… bilgi sahibi olmak güzeldir.

Hayat bir değirmen, öğütür insanı zaman içinde. Ömür bir süreç, terbiye eder insanı an içinde. Biz farkına varmayız, varamayız belki ama eninde sonunda insan, adeta tornadan çıkmış bir nesne gibi dümdüz olur.

Zaman, bazen bize keşkeleri söyletir. Bazen pişmanlıkları oynarız, bazen de kılımız kıpırdamaz. İlkeler açık, mesela; "kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın”, "Niçin yapmadığınızı söylersiniz?”, "Niçin düşünmezsiniz?”, "Sizin duanız olmasa, Allah size ne diye değer versin?”, "Başkasının tanrısına sövmeyin ki, o da sizin Allah'ınıza sövmesin”, "Senin dinin sana, benim dinim bana”…

Yaşadıkça

 

Kıldan ince kılıçtan keskin, hayat imtihan,

Doğan girer, ölen çıkar iki kapılı han,

Değiştirilemez hiç el ele verse cihan,

Yaşadıkça her zaman ellerine dikkat et!

 

Aldatmasın kimseyi menfaati dünyanın,

Canlara zehir olur şatafatı dünyanın,

Sabun köpüğü gibi, saltanatı dünyanın,

Yaşadıkça her daim, hallerine dikkat et!

 

Yalan yanlış konuşma, karşına çıkar her an,

Sen kimseyi incitme, incinmesin tek insan,

Kalp gözünle iyi bak, üzülmesin hiç bir can,

Yaşadıkça dünyada dillerine dikkat et!

 

İyi yapış şaşırma sırat-ı müstakimden,

İntikama uğrama, Hüda-i müntekimden,

Ne gelirse yanlıştır, Allah dışında kimden,

Yaşadıkça alemde yollarına dikkat et!

 

 

Havaleci olmamak, işleri başkalarına havale etmemek, kendi göbeğimizi kendimiz kesmek, kendi işimizi kendimiz görmek durumundayız. Armudun sapı, üzümün çöpü demeden hayat okulunda başarıya imza atmak zorundayız.

Hayata meydan okuyamayız hiç birimiz. Hayatın ilkelerine uymak, o ilkelere sıkı sıkı sarılmak mecburiyetindeyiz. Hayatın işleyişine müdahale ettiğimiz zaman ne mi olur? Doğa kirlenir, çevre bozulur, düzensizlik hakim olur. Dahası; Rabbimin işine karışmak gibi bir aymazlığın içine gireriz ki, sonuç felakettir.

Hayat mı dediniz? Hayatın tarifini; google'da bulamazsınız, ansiklopediler sadece hayatın tarifini yapar.

Hayat; Face book'tan mesaj atmaktan, mesajlaşmaktan, geyik sohbeti yapmaktan ibaret de değildir.

  1. çetleşmek değildir hayat. Hiç tanımadığınız, bilmediğiniz, huyundan, suyundan haberdar olmadığınız, hırlı mı? Hırsız mı? Ahlaklı mı? Ahlaksız mı?...hakkında her hangi bir bilgiye sahip olmadığınız, tabir yerindeyse dibi görünmedik kaptan su içmek gibi ne idüğü belirsizlerle sanal arkadaşlık yapmak da değildir hayat.

Hele akıllı telefonların ekranında hiç göremezsiniz hayat denen zaman yokuşunu! Akıllı telefon deyince aklıma geldi. Aslında hiç aklımdan çıkmıyor, hatta hiç unutamıyorum; neyi mi unutamıyorum? Söyleyeyim; insanımız, o kadar benimsemiş ki akıllı telefonu, yolda giderken, otobüste, trende, tramvayda, dolmuşta, parkta, bahçede, yaya yürürken, araba kullanırken, evde, misafirlikte, camide…kimsenin başı dik değil. Hepsi telefona boyun eğmiş! Kimse; yanındakini, önündekini, sağındakini, solundakini görmüyor! Telefona bakacağım, internette gezineceğim diye ağaca ve araca çarpanları görürsünüz.

Telefonlar yüzünden misafirliklerin, dostlukların, sohbetlerin… tadı kaçtı! Bir zaman televizyonlar aynı durumdaydı, şimdi onların yerini akıllı(!) telefonlar aldı! O kadar aldı ki, yememiz, içmemiz, her şeyimiz telefon oldu! Onunla alışveriş yapmak, sanki hayatın bir parçası(!). (05 EKİM 2023)


Yazarın Diğer Yazıları