SİLLE TARİH VE KÜLTÜRÜ
SİLLE'DE BAĞIN OLSUN SİLLE'NİN KIZLARI Sille'nin kızları gerçekten çok güzelmiş. Fakat kızların yalnızca güzelliği değil, becerileri de dillere destanmış. Hani "on parmağında on marifet var” derler ya, sanki bu söz buranın kızları için söylenmiş. Çoğu terzilikten anlar, dantel, örgü ve dokumacılıkta birbiriyle yarışırmış. Neredeyse her evde bir halı tezgahı varmış. Kızlar çocuk yaşlarında tezgahların başına oturur, halı dokumaya başlarmış. Onların minicik parmaklarıyla dokuduğu Sille halıları çok değerliymiş. Çünkü halıların ipleri bitkilerle boyandığı için renkleri solmaz, motifleri hep canlı kalırmış. Boyacılıkta kullanılan en değerli bitki cehri ise şans eseri yanı başlarındaki yamaçlarda ve Takkeli Dağ'ın eteklerinde yetişiyormuş. Halının kıymetini arttıran cehri, aynı zamanda Sille'nin önemli gelir kaynağıymış. Rum tüccarlar halı ve cehrileri büyük illere ve yurt dışına pazarlayarak varlıklarına varlık katıyormuş. Eh, bu arada halıcı kızlar ve cehriciler de iyi para kazanıyor, onların da yüzü gülüyormuş. Kızlar sadece elişlerinde becerikli değilmiş elbette; mutfakta da hünerlerini gösterirlermiş. Yemek yapma konusundaki yaratıcılıklarını övmek için "Bir paçadan kırk çeşit tirit döker Silleliler” denirmiş. Paça, tirit, mıkla, calla gibi bugün de bilinen yemeklerin arasında, bir tür salamura balık olan kavinna / gavinnanın özel bir yeri varmış. Bunca hünerlerini saydıktan sonra "Silleli kızlar çok pasaklıymış” desek inanmazsın herhalde değil mi? Onlar da pasaklı değilmiş zaten. Hem evlerinin hem de kendilerinin temizliğine çok özen gösterirlermiş. Sille'de birçok hamam, yanlarında da geysi evi denen çamaşır yıkama yerleri varmış. Ev işlerini bitiren kızlar buraya gelir, birlikte çamaşırlarını yıkar, üstüne hamama girip bir güzel temizlendikten sonra evin yolunu tutarlarmış. Tabii ki sadece kadınlar değil, erkekler de hamama gidermiş. Sıcacık sular, ev yapımı sabunlarla yıkanıp paklanır, en önemlisi de yorgunluklarını atar, mutlu mesut eve giderlermiş. YOL AYRIMI Sille'de yaşam kardeşlik ve uyum içinde akıp giderken, Avrupa'yı kara bulutlar sarmış. Dönemin büyük imparator ve krallarına toprakları yetmemiş ki, büyütmek için birbirleriyle savaşmaya başlamışlar. Düşmanlık bir virüs gibi hızla yayılmış. 1914 - 1918 tarihleri arasında gerçekleşen I. Dünya Savaşı'nda milyonlarca insan hayatını kaybetmiş. Almanya, Rusya, Osmanlı gibi büyük imparatorluklar parçalanarak tarihten silinmiş. Savaşın hemen ardından Osmanlı toprakları İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan tarafından işgal edilmiş. Fakat umduklarını bulamamışlar. Büyük umutlarla gelen işgalciler, 1919-1922 yılları arasında Anadolu halkının omuz omuza gerçekleştirdiği Kurtuluş Savaşıyla, geldikleri gibi çekip gitmiş. Taraflar İsviçre'nin Lozan kentinde anlaşmak üzere masaya oturmuş. Uzak devletlerle anlaşmak belki daha kolay olmuştur, fakat et tırnak gibi birbirine kaynaşan iki komşunun, yani Yunanistan ile Türkiye'nin uzlaşması hayli zaman almış. Anadolu'daki Rumlar gibi Yunanistan'da da Osmanlı zamanında yerleşen Müslüman Türkler yaşıyormuş, iki taraf da yüzlerce yıldır beraber oldukları bu halkları artık tehlike olarak görüyor, zararlı ot gibi topraklarından söküp atmak istiyormuş. Lozan görüşmeleri sırasında bu halkları değiştirme / mübadele kararı almışlar. Yani, Türkiye'de yaşayan Hıristiyan Rumlar Yunanistan'a, Yunanistan'da yaşayan Müslüman Türkler de Türkiye'ye gönderilecekmiş. Mübadele kararı Müslüman ve Hıristiyan yerleşmelerine yıldırım gibi düşmüş. Buralarda yaşayan insanların gözyaşları sele dönmüş. Dağlar, taşlar dua ve feryatlarıyla inlemiş, ama onları duyan olmamış.
Yazarın Diğer Yazıları